5 Ocak 2020 Pazar

EŞREFOĞLU’NUN AKŞEHİR YÖNETİCİSİ: HOCA KAMEREDDİN




            Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra bir top gibi devamlı el değiştiren Akşehir yaklaşık 20 yıl boyunca Eşrefoğlu Beyliği’nin egemenliğinde kalmıştır. İşte bu devirde Akşehir yönetenlerden biri de Hoca Kamereddin Naip’tir.

            1302 yılında Eşrefoğlu Beyliğini kuran babası Süleyman Bey’in yerine büyük oğlu Mübarizüddin Mehmed Bey geçti. Mehmed Bey, babasının kendisine bıraktığı ülkeyi genişletmeye çalıştı ve bunda da başarılı oldu. Kuzeye doğru ilerleyerek Akşehir ve Bolvadin'i ele geçirdi. Tarihi kaynaklar Eşrefoğlu Beyliğinin büyük bir süvari ordusu olduğunu belirtmektedir ve bu beylikte verilen en büyük hediye ise atlardı.

            Yaklaşık 1304-1306 yılları arasında Akşehir’i beyliğine ekleyen Mübarizüddin Mehmed Bey, burayı yönetmek için kendine vekil olarak Hoca Kamereddin’i görevlendirdi.

            Hoca Kamereddin Naip’in asıl adı İzzeddin idi. Dinin ululuğu anlamına gelen İzzeddin yerine yönetici olunca dinin sadık hizmetçisi anlamına gelen “Kamereddin” adını kullanmaya başladı. Eşrefoğlu Beyi yerine Akşehir’i yönettiği için Naip unvanını almıştı.

            Tarihi kaynaklarda hakkında fazla bilgi bulunmayan Hoca Kamereddin Naip yabancı kaynaklarca “Müftü” olarak tanıtılmaktadır. Buradan yola çıkarsak onun küçük yaşta iyi bir dini eğitim aldığını ve çevresinde hoca olarak tanındığı bilgisine ulaşırız.

            Bu devirde yönetim boşluğundan ötürü genellikle Akşehir halkında bir umutsuzluk ve mutsuzluk hakimdi. Tarihi kaynaklarda halkın moral değerlerini yükseltmek için genellikle tarikatlara yöneldiği belirtilmektedir. Aynı yıllarda Akşehir’de Mevlevilik ileri derecede yaygındı.  Akşehir’de Ahi Musa’nın kurduğu zaviye bir Mevlevihane gibiydi. O dönemlerde Mevleviliği uç bölgelerinde yayma faaliyetleri içinde bulunan Mevlana'nın torunu Ulu Arif Çelebi zaman zaman Beyşehir ve Akşehir'e uğrar ve Beyşehir’de Eşrefoğlu Mehmed Bey'in misafiri olurdu. Mehmed Bey kendisine hürmet ve saygıda kusur etmezdi. Fakat aynı ilgiyi Akşehir’i yöneten Hoca Kamereddin Naip’ten göremiyordu. Çünkü iyi bir dini eğitim alan Akşehir yöneticisinin tarikatlara ve dervişlere itikadı yoktu. Bunu Eflakı “Ariflerin Menkıbeleri” eserinde şöyle belirtmektedir:

            Yine halifelerin sultanı Akşehirli Ahi Musa'dan naklolunur ki:

            “Eşrefoğlu'nun hizmetçisi olan Hoca Kamereddin Naip, Akşehir'de hakimdi. Zalim bir adamdı ve (dervişlere) itikadı yoktu. O, bir gün Çelebi hazretlerinin, etrafına bir takım emirler ve rindler toplandığından günün birinde elinden fena bir hareket, dilinden fena bir söz çıkar korkusuyla Akşehir'den çıkıp gitmesini düşünmüştü. Fakat bu fikrini kimseye açmamıştı. Tesadüfen, ayni günde, gezerken o aslanlar sülalesinin yavrusu Çelebi'ye rastladı. Çelebi ona:

            "Ey Kamereddin! Dostlar bizi bu şehirden yürütmek niyetindeler. Yalnız onlar bizi yürütürlerse, bizim tekrar gelmemiz umulur, fakat bizim yürüttüğümüz adamlar öyle yok olurlar ki artık bir daha bu varlık alemine adım atamazlar," buyurdu.

            Bunun üzerine Kamereddin hemen atından inerek baş koyup mürid oldu. Çelebi'nin altına iyi bir at verdi ve haddinden aşırı hizmetlerde bulundu.”

            Eşrefoğulları Beyliği'nin ömrünün çok kısa olmasına rağmen bu dönemde özellikle mimarî alanda çok güzel eserler yapılmıştır.  Tarihi kaynaklara göre Akşehir’de de Mübarizüddin Mehmed Bey tarafından bir cami yaptırılmıştır. Bu Bey’in Akşehir’deki vekili olan Hoca Kamereddin Naip öncülüğünde yapılan bu cami günümüze kadar gelememiştir. Bunun nedenlerinden biri Eşrefoğlu Camilerinin ahşap direkli ve toprak damlı olması idi.

            Sonunda Mevleviliği kabul eden Akşehir yöneticisi Hoca Kamereddin Naip  aynı zamanda at besleyen varlıklı bir süvari idi.



TEŞEKKÜR: Ağabeyim Nazım Koç’un vefatı nedeniyle Akşehir’den telefonla arayan ve sanal alemi kullanarak bana ve aileme taziyelerini sunan bütün gönül dostlarımdan Allah (C.C) razı olsun. Hepsine Teşekkürlerimi sunuyorum.

DELİLERE AKŞEHİR’DE SON VERİLMİŞTİ




            Mecazen "korkusuz, gözü pek, atılgan" anlamında kullanılan deli kelimesi, tarih terimi olarak delice cesaret ve atılganlıklarından dolayı bir askerî zümreyi ifade eder. Kadere iman ve tevekkülün verdiği "yazılan başa gelir" düsturunu prensip edindiklerinden deli süvarileri tehlikelerden kaçınmazlar, cesaret ve kıyafetleriyle düşmanı şaşırtırlardı.

            Akıncılar gibi eyalet askeri statüsünde olan ve başlangıçta sadece Rumeli'de ve sınır beyliklerinde kullanılan deliler Türk asıllı olabildikleri gibi Slav, Boşnak, Arnavut, Hırvat ve Sırp gibi yerli halkların özellikle iri yarı, cesur gençlerinden de seçilebilirlerdi. Bunlar sefere ordunun önünde giderler, savaş sırasında gözlerini budaktan sakınmayarak düşman saflarını yarar, taburlarını deler, canlı esirler alarak onlardan düşman hakkında bilgi edinilmesini sağlarlardı.

            Mohaç Savaşı'nda Hüsrev Bey'in emrinde 10.000 kişilik deli kuvvetinin bulunduğu belirtilmektedir. XVII. yüzyıl Avusturya savaşlarında Tiryaki Hasan Paşa ve Lala Mehmed Paşa'nın delileri büyük kahramanlık göstermişlerdir.

            XVI. yüzyılda başlarına kurt, benekli sırtlan veya pars gibi vahşi hayvan derisinden yapılmış ve üzerine kartal tüyü takılmış kalpak giyen delilerin elbiseleri de arslan, kaplan veya tilki postundan, şalvarları İse kurt veya ayı derisindendi. Ayaklarına sivri burunlu, yüksek ökçeli, çıkrık mahmuzlu "serhadlik" denilen çizme giyerlerdi.

            Delilerin bindikleri atlar akıncı atları gibi çevik, kuvvetli ve uzun koşulara dayanıklıydı. Atlarının örtüsü de arslan, kaplan, tilki gibi vahşi hayvan derisindendi. Deliler de akıncılar gibi silâh olarak eğri pala, tekne kalkan, kostaniçe denilen orta uzunlukta mızrak. kılıç, balta ve bozdoğan kullanırlar, kalkanlarını kuş tüyleriyle süslerlerdi. Daha sonraları omuzlarında fitilli tüfek, bellerinde tabanca taşımaya başlamışlardır.

            “16. yüzyılda deliler; Rumeli beylerbeyi, Semendere ve Bosna sancak beylerinin yönetiminde; 17. yüzyılın sonlarından itibaren de Anadolu vezir ve beylerbeylerinin yönetimi altında olmuşlardır. 60'ar kişilik "bayrak" adı verilen ocaklara ayrılmışlar, seferlerde "Delibaşı" adı verilen komutanları tarafından yönetilmişlerdir.

            “XVI. yüzyılda Önemli hizmetleri görülen deli teşkilâtı XVII. yüzyılda bozulmaya başlamıştır. Maiyetinde bulundukları vezir, beylerbeyi veya beylerin sık sık görevden alınmaları veya delilerin onların yanından ayrılmaları, başsız ve işsiz güçsüz kalmalarına sebep olurdu. Dolayısıyla yeni bir kapı buluncaya kadar toplu halde çevreye zarar verirler, köylere saldırır, ırza tecavüz eder. Katil bile olurlardı. Halktan "gel-geç akçesi" toplarlar. Bedavadan kendilerini ve atlarını besletirlerdi. Deli teşkilâtının ıslahı için ciddi bir tedbir alınmamış, hemen sadece taşradaki yüksek rütbeli İdarecilere ikaz yollu fermanlar gönderilmekle yetinilmiş, eşkıyalık yapanların öldürülmesinin caiz olduğu belirtilmiştir.

            Tebdil gezilerinde genellikle delibaşı kıyafetiyle dolaşan III. Selim'in 1792'de çıkardığı deli adının kullanılmasını yasaklayan fermanına rağmen deli taifesi ortadan  kaldırılmamıştır. Bu tarihten sonra Kütahya ve Konya dolaylarında yerleşen deliler eşkıyalığa devam etmişlerdir. Kocabaşı denilen delibaşının maiyetindeki deliler Kütahya'da, Delibaşı İsmail'in etrafındakiler Konya'da ve Akşehir’de "at ve şal akçesi" adıyla halktan para toplamışlardır. Nizâm-ı Cedîd aleyhine Konya'da meydana gelen 1803 olaylarında Delibaşı İsmail âsilere yardım etmiş, Konya valiliğine tayin edilen Kadı Abdurrahman Paşa'yı şehre sokmamıştı.

            Osmanlı-Rus savaşından sonra Rumeli'den Anadolu'ya geçen deliler, bir haytabaşı ve on sekiz delibaşının maiyetinde tekrar eşkıyalığa başlamışlardır. Ancak II. Mahmud, süvari Asâkir-i Mansûre'nin teşkilinden sonra merkeziyetçi politikasının bir gereği olarak deli teşkilâtını lağvetmiştir (1829). Karaman Valisi Esad Paşa'ya ve Öteki valilere gönderilen fermanlarda deli ocağının kaldırıldığı bildirilmiş, bunların dağılarak çift çubuklarıyla meşgul olmaları, itaat etmeyenlerin üzerine kuvvet gönderilerek ortadan kaldırılmaları emredilmiştir.

            Çoğu Akşehir ve Konya taraflarında bulunan delilerin Karaman valisinin kendilerine gönderdiği nasihatnameye kulak asmayıp dağılmamaları üzerine Esad Paşa, Konya ayanı Süleyman Bey'i bunların üzerine sevk etmiştir. Akşehir civarında yapılan savaşta deliler dağıtılmış, delibaşlar da öldürülmüştür. Emre itaat ederek memleketlerine gideceklere yardım edilmiş, bir kısım deliler de Suriye ve Mısır taraflarına gitmişlerdir. Delilerin ortadan kaldırılması sırasında büyük hizmeti geçen Süleyman Bey'e mükâfat olarak hassa silâhşorluğu verilmiştir


MALAZGİRT’TE ALP ARSLAN’A MÜSLÜMANLARIN YAPTIĞI DUA




            Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan komutasındaki ordu ile Malazgirt’te Bizans İmparatoru Romanos kumandasındaki ordu arasında 24 Ağustos 1071 tarihinde yapılan savaşta Müslümanlar büyük bir zafer kazandı ve bu zaferin arkasında Allah’a yapılan duaların payı vardı.

            Bağdat Halifesi Kaim bi-Emrillah bütün hatiplere ve Müslümanlara, minberler üzerinde dua edip, Allah’a yalvarıp yakarıp, Alp Arslan için fetih ve başarı dilemelerini emretmişti.

            O minber üzerinde okunan duayı Ebu Said kaleme almıştı. O dua budur :

            “Ey Tanrım, İslam sancağını ve şeriata ait bayrağı yükselt ve Alp Arslan’ı kâfirler üzerine muzaffer eyle. İslam’a yardım edenlere kuvvet, müşrikliği (Allah’a ortak koşma) ve müşrikleri aşağı kıl. Müşriklik ve dinsizliğin ırkını yok et. Müşrikleri ve dinsizleri Müslümanların üzerinden uzaklaştır. Sana itaat ve dine yardım niyet edip, dinsizler ile senin yolunda şahsı ve malı ile cihat (din uğrunda düşmanla savaşma) edenlere yardımını yetiştir. Onların ihtiyaçlarını red etme, onlara yardım eyle. Onların düşmanlarını aşağıla, kollarını uzun eyle ki, nereye dilerlerse elleri ulaşsın ve muratlarına kavuşsunlar. Alp Arslan’ın sancaklarını yükselt ve onu düşmandan koru, onu desteğin ile kuvvetlendir ve yardımın ile sağlamlaştır.  Onun askerinin kalplerini zafer ve güvenle doldur,

            Kâfirleri onların üzerinden uzaklaştır, onların eli ile öldür, evlerini yerle bir eyle. Bayraklarında uğur ve tevfikin ve aziz yardımın daim olsun. O senin rızan için gönlünün isteğini terk etti, senin yolunda kendisini ve malını verip, gazaya gitti. Senin düşmanların ile cihada niyet etti. Sen de Yarab Kur’an’ında buyurup durursun ki, senin yolunda cihad edenlere fırsat verip, düşmanlarına muzaffer kılarsın. Sen ey Allah’ım, doğru söyleyensin, senin sözün ve vaadin gerçektir, sen sözünde doğrusun.

            Şimdi Alp Arslan ile olan din sahipleri ve Allah’ın birliğine inanan askerler, senin şeriatın yolunda nasıl gayret ve dikkat gösterirler ise, Sen de Ey Allah’ım onların düşmanlarını yok et, onları zafer ve ihsanın ile şereflendir ve düşmanlarının üzerine muzaffer eyle, isteklerine ulaştır. Yardımınla onları din düşmanlarından koru. Düşmanlarının hilesini onlardan uzak tut, himaye eyle. Lütfun sıfatları onları da içine alıp, Muradlarına ersinler. Yardımlınla hepsini galip eyle, din düşmanı ve doğru yoldan sapanların yardımcısı olanları bozguna uğrat.

            Bağdat’ta ve bütün ülkede hatipler, minber üzerinde Alp Arslan ve diğer gazilere bu şekilde dua edip, Müslümanlara Ey Müslümanlar, Allah’a halis bir niyet, dürüst bir azim, alçak gönüllülük gösteren kalpler ve inanç ile yalvarıp yakarın. Allah onun eli ile din düşmanlarını üzerinizden uzaklaştırıp, kötülüklerini engelleyip, kaldırana kadar Alp Arslan için fetih ve başarı dileyin. Çünkü Allah buyurur ki,

             Ey Muhammed bunlara, eğer duanız olmaya idi, Tanrım size niçin değer versin, de. (Furkan suresi 77. ayet)

            Şimdi ey Müslümanlar Allah tarafına saygı gösterip, Allah’ın katına yalvarıp, dua edin. Allah’tan esirgemesini isteyip, fetih ve başarı dileyin. Allah ihsanını artırsın, Alp Arslan’a fetih ve zafer versin. Allah lütfu ile isyan edenleri öldürüp, güç işleri kolaylaştırsın. dediler.

            Bütün İslam ülkelerinde Alp Arslan’a ve askerleri için Allah’a bu şekilde yalvarıp, dua edilirdi.

            Not: Ülkemiz ve dalgalanan bayrağımızın için savaşan bütün silahlı kuvvetlerimize de aynı duaları gönderiyoruz. Allah kabul etsin. Amin.

Kaynak: Ahmet Bin Mahmut, Selçukname,  İstanbul: Tercüman yayınları Sayfa 95-97