16 Şubat 2015 Pazartesi

1916 YILI İLMİYE SALNAMESİ’NDE AKŞEHİRLİ HOCA VE KADILAR


Günümüzdeki anlamıyla ilmiye sınıfının bir yıllığı olan ve 1916 yılında yayınlanan “İlmiye Salnamesi”de; Akşehir’de bulunan veya Akşehirli olan pek çok kadı ve hocaya yer verilmiştir. 
Bu  salnamede en geniş şekilde yer alan Akşehirli Mehmet Lütfi Efendi’yi daha önceki bir yazımızda genişçe ele aldığımız için burada ona yer vermeyeceğiz.
1916 yılı İlmiye Salnamesi incelendiğinde Akşehir’e gelen veya Akşehirli olan kadı ve hocalar hakkında şu bilgilere ulaşıyoruz:
Padişahların Yaptırdığı Camii Şeriflerden olan Şehzade Sultan Mehmet Han Cami’sinde Cuma Vaizi olarak 1916’da Akşehirli eş-Şeyh Mehmed Emîn Efendi çalışıyordu.
1916 yılında Konya Vilayetinin Akşehir Kazasında Kadı olarak Aliyyü’l ala yani pekiyi derece ve üçüncülükle mezun olan Mustafa Efendi görev yapıyordu. Yine aynı yıllarda Akşehir Müftüsü olarak derslerden mezun olan Mustafa Muhlis Efendi görevli idi.
İzmir’de İlmiye sınıfı içerinde çalışanlardan Adliyede memuru olarak 1 Ağustos 1904 tarihinde rütbe alan Akşehirli Mehmet Rüşdi Efendi vardı.
Medreselere öğretmen yetiştirmek üzere şeyhülislama bağlı olarak kurulan Medresetü’l-Kudat’ın Mu’allimhane-i  Nüvvab okulunda dördüncü  kademede öğretmen olan Akşehirli Ali Mürteza Efendi 23 Haziran 1880 tarihinde bu görevinden ayrılmış, daha sonraki yıllarda  vefat etmiştir.
Yine aynı okulda beşinci kademede öğretmen olan Elbistanlı Abdurrahman Efendi, 1891 tarihinde görevinden ayrılmıştı. Bu kişi Akşehir Kadılığından ayrıldıktan sonra vefat etmiştir.
Medresetü’l-Kudat’ın Mu’allimhane-i  Nüvvab okulunun yedinci kademesindeki hocalarından olan Ergirili Ali Zühdi Efendi 1 Ekim 1896 tarihinde okuldan ayrılmış ve   son memuriyeti olan Akşehir Kadılığından da ayrılmıştır.
Yine bu medreseye öğretmen yetiştirme fakültesinde üçüncü kademede hoca olan Akşehirli Hacı Kamil Efendi, 11 Ağustos 1911 tarihinde görevinden ayrılmıştı. Okuldan ayrıldıktan kısa bir zaman sonra vefat etmiştir.
11 ağustos 1911 tarihinde bu okuldan ayrılan öğretmenlerden biri de dördüncü kademedeki Akşehirli Mehmet Efendi’dir. Daha sonra Çarşamba Kadısı olmuş fakat bu görevden de ayrılmıştır.
Medresetü’l-Kudat’ın Mu’allimhane-i  Nüvvab okulunun en üst kademesinde bulunan  hocalarından Batumlu Hafız Celal Efendi, 1914 tarihinde görevinden ayrılarak Akşehir Kadısı olmuştur.
Yine bu okulun öğretmenlerinden olan Akşehirli Hüseyin Efendi, üst kademede iken 1915 yılında ayrılarak Gördevs Kadısı olmuştur.
Bir yıllıkta bile Akşehirli kadı ve hocalar hakkında bu kadar fazla bilgi bulunması Osmanlı Devletinde ilim sınıfında Akşehir’in yerinin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir.



SELÇUKLU ZAMANINDA BİR AKŞEHİR YEMEĞİ: HERSE



Günümüzde de Akşehir’de yapılan ve çok sevilen herse yemeği, Selçuklu devrinde Akşehir’in milli yemeği idi.
Arapça herise kelimesinden türeyen herse, bir rivayete göre peygamberimiz zamanında da yapılırdı ve onun tarafından da sevilirdi. Bazı yörelerde keşkek olarak da bilinmektedir. Selçuklu devrinde Akşehir’in dağlarında koyun, keçi, inek, at, tay  bağlarında ise arpa, yulaf ve buğday vardı. İşte böyle bir ortamda tabii ki herse yapılacaktı.  O dönemde yaşayan Mevlâna’nın Fihi Mâfih ve Mesnevi’sinde et ve buğdaydan yapılan herise adı verilen bir çorbanın adı da sıkça tekrarlanmaktadır. Konya Mevlevi dergâhındaki yemekhanelerinde herise (herse) pişiriliyordu. Atina Üniversitesi Halkbilim Sözlü Tarih Arşivi’nden bir alıntıda, Akşehir’in Permata (Bermende)köyünden Kiryaki Mandeloğlu, “herse”yi nasıl hazırladığını şöyle anlatır: “Bir çömleğe et, buğday, tuz ve su koyup fırında, çok ağır ateşte yemeği pişirirdik. Sonra bulamaç oluncaya kadar tahta kaşıkla ezerdik. Üstüne kavrulmuş soğan ve haşhaş yağı veya kızgın yağ döküp yerdik.”
          Herse, Akşehir’de özellikle kışları yapılan ve insanın içini ısıtması için yenen bir yemektir. Kışın bu yemeği yapabilmek için öncelikle yazları hazırlıklar yapılırdı. Herse yapımında kullanılan et için Kurban Bayramı’nda veya adak kurbanların kesilmesi gibi zamanlarda kesilen koyun ve keçilerin kaburga etrafındaki etler kaburga ile birlikte güneşte kurutulurdu. Burada etler önce tuzlanır. Sinek konmaması ve güneşte bozulmaması için bu etler beyaz tülbentlere sarılarak güneşte kurutulurdu ve kışa saklanırdı.
          Hersenin diğer bir ana maddesi olan buğday kırması ise şöyle hazırlanıyordu. Öncelikle herselik buğday ayrılıyordu. Dışarıda rüzgarlı havada savrularak içerisindeki sap, saman ve tozlardan arındırılıyordu. Eğer miktar az ise evlerde elle döndürülen değirmenlerde, fazla ise su değirmenlerinde kırılıyordu. Selçuklu zamanında Akşehir ve köylerinde pek çok değirmen vardı. Eleklerde elenerek herselik buyday yarması ayrılıyordu. Akşehir çevresinde herse de tuz olarak çoğunlukla kaya tuzu kullanılırdı.
          Büyük aileleri bir araya toplamak için herse yenecekse herkesin boş olduğu Pazar günleri seçilirdi. Bunun için Akşehir’de herseler Cumartesi akşamları fırınlara verilirdi.  Herse şöyle hazırlanır:
Tuzla kurutulmuş et, yıkanarak tuzu çıkması için önceden ıslatılır. Yarma ayıklanır, yıkanır..Büyük bakır tencereye veya çömleğe; yarma, kemikli et yerleştirilir. Tuz atılır. Akşamüzeri fırına verilir. Eskiden herse ile birlikte fırına bir miktar odunda verilirdi. Sonraları fırıncıya pişirmek için ücret verilmeye başlandı. Suyunu fırıncı hazırlar. Fırının kendi sıcaklığında sabaha değin fırında kalır. Fırıncı gece belli bir saat de çömlek ve tencereleri kontrol eder. Gerekirse su ilavesi yapar.
Pazar günü kuşluk vakti fırından alınan herse genellikle bölünmeden tencereden sıcak sıcak yenir.
Selçuklu devrinde düğünlerde, bayramlarda ve adak günlerinde baş yemek herse idi. Bu devirde  meydanlarda  Nasreddin Hoca kazanı gibi büyük bakır kazanlar kurulurdu. Herseciler sabahtan akşama kadar süren 6-7 saatlik bir sürede düğün ahalisine yetecek kadar herse hazırlarlardı. Yemek piştikten sonra geleneksel  olan  ''Nare'' çalınarak halka bildirilirdi.  Davulcu tokmağı vurduğunda hersenin piştiği bilinir. Ve herkes herse almaya giderdi. Bazıları herseyi düğün yerinde yerlerdi. Bunun içinbüyük bakır sinilere herse yayılarak ortası çukur yapılıp eritilmiş tereyağıyla dolduruldu. Sonra yerken kaşıkla bir miktar alıp ortadaki çukura bandırarak yenirdi. 
Düğün yemeği olarak hazırlanan hersedeki  et, ‘yeni aile’ kurumunun ‘güçlü ve dayanıklı’ olmak istemini vurgulardı. Yine geleneksel bir tat olan herse, çeşitli nedenlerle zora düşen ve bu durumdan kurtulmak isteyenlerin  bir adak yemeği idi.
Herse Akşehir’de Selçuklulardan günümüze kalan bir geleneksel bir lezzetli yemektir.