28 Nisan 2014 Pazartesi

PEYGAMBERİMİZE EN GÜZEL NAAT YAZAN AKŞEHİRLİ ŞAİR: ŞEYYAD HAMZA


Bugünlerde Kutlu Doğum Haftası nedeniyle Peygamberimizi çeşitli etkinliklerle anıyoruz. Ancak 13.yüzyılın sonu ile 14. Yüzyılın başlarında Akşehir’de yaşayan Şeyyad Hamza’nın övgü şiiri gibi bir eser henüz ortaya koyamadık.
Şeyyad Hamza,  yapılan araştırmalara göre 13.yüzyılın son çeyreğinde Akşehir’de doğdu. Bursalı Lâmi’î Çelebi’nin Letâ’if’inde geçen iki Nasreddîn Hoca fıkrasında Şeyyâd Hamza ile Nasreddîn Hoca’nın aynı çağda yaşamış kişiler olarak geçmektedir.  1348 yılında Akşehir civarında bulunan Şeyyad Hamza bu dönemde çıkan veba salgınında iki evladını kaybetmiştir. Bu evlatlarından biri olan kızı Aslı Hatun’a ait mezar taşını Akşehir Nasreddin Hoca Mezarlığında Rıfkı Melul MERİÇ bulmuştur. Evlatlarını kayıp etmesi nedeniyle yazmış olduğu mersiyeye göre 1350 yılında hayatta olduğu bilinmektedir.
Şeyyad Hamza Yunusu takip etmiş Nesimin çizgisinde bulunmuştur. Şiirlerinde musammat özelliği görülen Şeyyad Hamza Ahmet Yesevi, Ahmet Fakih, Mevlana ve Ali’den etkilenmenin yanı sıra kendine özgü şiirler yazmıştır. Hece ve Aruz ölçüsü ile şiir yazan Şeyyad Hamza’nın en büyük özelliğinde şiirlerinde Peygamber aşkını işlemiş olmasıdır. Anadolu’da ilk naat örnekleri yazan şair Şeyyad Hamza’dır. Yusuf u Züleyha eserinden sonra naatları ile tanınan Şeyyad Hamza, Yunustan sonra kaside nazım şekli ile naat yazan şair olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat Şeyyad Hamza’nın naatları Yunusun naatlarından daha fazladır.
Naat: Hz. Muhammet(S.A.V.)'in niteliklerini övmek, ondan şefaat dilemek amacıyla yazılan kasidedir.

 NAAT

Senin aşkın kamu derde devadır ya Resûlellah
Senin katında hâcetler revâdır ya Resûlellah


Senin nurun gören gözler ne ay gözler ne yıldızlar
Nurundan gece gündüzler, ziyâdır ya Resûlellah


Terinden açılır güller sözünden şehd ü şekerler
Seninle hasta gönüller şifadır ya Resûlellah


Habîbsin pâdişahlara tabîbsin derd ü âhlara
Şefaatın günahkâra safâdır ya Resûlellah


Ay u güneş yedi yıldız seni öğer kamu düpdüz
Senin sözünden ayruk söz hatâdır ya Resûlellah


Hased kılar sana iblis zihî ahmak olur telbîs
Seni sevdiği çün İdrîs alâdır ya Resûlellah


Ururlar nevbetin dâim bu beş vakt sünnetin kâim
Gelirse hânına her kim salâdır ya Resûlellah


Mugaylanlar harîr giydi beiyyeler abîr oldu
Senin cefaların derdi vefâdır ya Resûlellah


Satıldı Yûsuf-ı Kenân inen az nesneye pinhân
Seni görmek bana bin cân bahâdır ya Resûlellah


Dâvûd eyninde hil’atin Halîl hânında ni’metin
Mûsâ elinde ibretin asâdır ya Resûlellah


Mübarek türbesi yerde dolu nûr ile perverde
Veli rûhun feleklerde ayândır ya Resûlellah


Makâmın Kâ’be-i Zemzem hemîşe kâim ü muhkem
Hızır ümmetine her dem sakâdır ya Resûlellah


Şeyyâd-ı Hamza ol şâhdan diler kim kurtula âhdan
Seni medhetmek Allah’dan atâdır ya Resûlellah

ŞEYYÂD HAMZA



SALTUKNAME’DE NASREDDİN HOCA(2)


Ebülhayr Rumi tarafından 1480 yıllarında derlenen ve kitap haline getirilen Saltukname’de Nasreddin Hoca ile ilgili olarak iki yerde bilgi verilmiştir.  İkinci olarak kitapta Saltuk’un Nasreddin Hoca’nın evine gitmesi ve Nasreddin Hoca’nın Hanımından Nasihat ve dua alması anlatılıyor. Bu duanın yıllar içerisinde geleneksel olarak her yıl yapıldığı ve bunun karşılığında bir ücret aldığını belirtiyor. İşte kitapta 180-181’de yer alan Nasreddin Hoca ile ilgili  kısım:
Günümüz Türkçesi ile:
“Daha sonra gelen Efendi orada durdu. Hoca Nasreddin’in evine geldi. Kapıyı çaldı. Eşi kapının artına gelip;
            “-Kimsiniz?” dedi. Efendi dedi ki:
            “-Ben Saltuk Şerif’im, Hani, Hoca nerededir? Daha sonra Nasreddin Hoca’nın eşi dedi ki: “-Efendi! Hoca Sivrihisar’a ve Karahisar’a gitti. Efendi dedi ki:
            “-O yerler ekseriya kâfirliktir. Orada neyler?”  eşi dedi ki;
            “- Sivrihisar’ın yöneticileri haber verip dedi ki, gelsin bize biraz akıl versin, eller gibi bizde akıllanalım ve Karahisar’da olan Ermeniler demişler ki; “Nasreddin akılsız bir Türktür. Kim görürse onu sakalına güler, buraya gelse de birazda biz gülsek” demişler” ondan sonra o da gitti ki varıp onların sakallarına biraz gülüp ondan sonra gele”dedi. Daha sonra efendi dedi ki:        
“-Hayf bize birkaç nasihat etsin diye gelmiştim. Bulamadım.”dedi. Nasreddin Hoca’nın eşi dedi ki:
“ -Ben size birkaç nasihat edeyim kabul ederseniz.” Efendi dedi ki:
“-Buyur gel Nasihatini duyalım.” Eşi dedi ki:
“Nasihatim budur ki, evvela bu dünyada günahkâr, zina yapan ve yalancı, kötü ve arabozucu kimselerle ilgilenme ve arkadaşlık etme. Yabancı kişilerden kendini sakın ve malına fazla güvenme. Kadınlara önemli işlerde/onlara danışıp onlara sır verme. Dilinden tövbe ve istiğfarı eksik etme. Kendi nefsin için ne istiyorsan her mümin içinde onu iste. Allah’tan korkup ve Resul’den utanasın. Ahret için bu dünyada salih ameller yapasın. Yaramazlıklardan kaçasın ve başkalarına yaramazlık etmeyesin. Okur-yazar olmayandan yani cahilden sakınasın. Her zaman gönlün kararmaya başladığında ilahi sırlar sana görülsün ve onları bilesin. Dilinin aynası (göstergesi)  Hakkı göstersin dedi. Saltuk, bu nasihatleri ahret bacısından duyunca kendinden geçip yüz altın verdi ve atına binerek gitti. Naklederler ki, her yıl Saltuk, Nasreddin’e ve hatununa hediyeler ve armağanlar gönderirdi. Hoca ve hatunu da ona dualar gönderirdi.
Daha sonraki yılların birinde Saltuk armağan göndermedi. Onlarda ona dua göndermediler. Saltuk hediye gönderdi ve dedi ki:
“-Bizimle dostluk böylemi olur?” Saltuk’un gönderdiği adama Nasreddin Hoca dedi ki:
“-Beyim, siz bilmez misiniz ki, masalı meşhur olan “ Boş torba ile at tutulmaz.” Erenlerin yanında bu bir hatadır.” Daha sonra Hocanın yanına gelen adam dedi ki:
“- Bir dua et bizlere, elli şiniklik tahıl ölçeği  ile buğday getirelim.” Hoca:
“-Bir kile olsun hemen hazır olsun, erenler duayi hazır ederler, gaiptekiler hep beraber amin derler ama veresiye dua olmaz.” dedi.
O şahıs vardı buğdayı aldı, geldi. Hoca dualar eyledi. O kişinin malı öyle çoğaldı ki rızkının hesabını bilemezdi.


SALTUKNAME’DE NASREDDİN HOCA(1)


Ebülhayr Rumi tarafından 1480 yıllarında derlenen ve kitap haline getirilen Saltukname’de Nasreddin Hoca ile ilgili olarak iki yerde bilgi verilmiştir.  İlk olarak Saltuk’un Nasreddin Hoca ile karşılaşması, Hoca’nın onu evine götürmesi ve oradaki konuşmaları anlatılmaktadır. İşte sayfa 140-141’de anlatılanlar:
 Günümüz Türkçesi ile:
“Oradan Konya şehrine geldi. Uğramayıp bir azimle Akşehir’e gitti. Şehre gelip yaklaştığında kendini bir bağ kenarında buldu. Biraz dinlendi. Ansızın bir kişi çıkageldi. Saltuk’a selam verdi. Saltuk selamın aldı. Biraz daha ilerleyip Saltuk’un önüne bir taze üzüm salkımı koydu ve dedi ki:
            “-Ayaklarımıza biraz zahmet verip benim eve buyurun gidelim.”  Saltuk sordu ki:
            “-Siz kimsiniz, biz önce onu bilelim.” dedi. Daha sonra o kişi dedi ki:
“-Sultanım, konuştuğunuz her zaman duacı olan Hoca Nasreddin’dir. Eğer duymuşluğunuz vardır. O anda Saltuk tebessüm eyledi. Zira bu Nasreddin’in halk içerisinde latifeleri söylenirdi.  Yazılmış kitabı da bilinmektedir. Bütün bunlar hatırına geldi, güldü. Orada durup yaşlı Molla Nasreddin’le görüştü ve dedi ki:
“Mevlana, sizleri görmek için büyük bir arzum vardı. Hamdolsun sizinle görüşmemiz nasip oldu.” Biraz daha orada durdular. Sonra konuşa konuşa şehre geldiler. Saltuk’u Molla Nasreddin kendi evine getirdi, oturttu. Saltuk kapıdan içeri girdi, etrafa bakıp dedi ki:
“Molla, evciğiniz mülkün müdür?” Nasreddin dedi ki:
“Efendi, şimdilik dünyada bu üç nesne benim mülkümdür, kalanları benim değildir. Zira bunlar gece gündüz benden ayrı olmazlar.” Saltuk dedi ki:
“Mevlana, onlar nedir? Lütfedin bize bildirin” dedi. Hoca Nasreddin dedi ki:
“Onlar benim cinsel organlarımdır, her daim benimledirler.” Saltuk bu sözü duyunca elinde olmadan tebessüm eyledi, güldü. Daha sonra Nasreddin Hoca dışarı gitti. Saltuk kendi kendine söylendi:
“-Bu kişi için Ermiştir derler, dolayısıyla sözünün her birinin bir manası ve karşılığı vardır. Zira Ahmed-i Arap küfürler söylerdi, sonuç olarak onun bir manası vardı. Yine Şûcâ-i Acem pişmanlıklar duyacağı şeyler yapardı. Sonra velinin dediğini halk anladı. Şimdi bu kişi de yine bir velidir. Boş ve bilgisiz değildir. Bunun sözünde bir sır vardır. Daha doğrusu bu sözlerin bir hakikati vardır. Zira Sultan Kevneyn ve Resülu-l sakaleyn bir hadisinde buyurur ki:
“-El mecazi nazaratü’l-hakiki” (Mecaz gerçeğin görünüşüdür.)”
Şimdi kişi dünyadan ahrete gittiğinde onunla hangi nesne giderse o onun mülküdür bilgisine bizi ulaştırır. Ahrete gidince kişinin kendisinden ayrılmayan ne ola ki?” dedi.  Düşündü ve dedi ki:
“-Bunlardan biri ilimdir diğeri ameldir. Dünyadan ahrete giden kişinden bunlar ayrılmaz beraber giderler fakat acaba üçüncüsü nedir?” diye düşündü ancak bir türlü aklına getiremedi. Şaşırmış bir şekilde kaldı. Biraz sonra Nasreddin Hoca kapıdan içeri girdi, selam verdi ve dedi ki:
“Efendi, o bir mecazın ne olduğu üzerine düşünürsün değil mi? Ben söyleyeyim o İhlas-ı Kalptir.” dedi. Bundan dolayı derler ki, gönülden gönüle yol vardır. Evliyalar içinde böyledir ki birinin gönlünden geçeni öteki bilir. Saltuk bunu çok duymuştu. Güzel bulup takdir etti.
“Güzel buyurdunuz” dedi. Artık bildi ki bu Molla Nasreddin görünürde söylediği hep mecazdır. Veliler hakikati söylermiş, mecazi dış görünüşü eylermiş. Bu bir işaretmiş. Bu Nasreddin tekin bir kişi değilmiş. Nitekim Basri ve Ahmet alayla örtülmüş gibi latifeler söyler, sembol ederlermiş.” dedi. Saltuk, epey zaman Nasreddin’le beraber durdu. Daha sonra  “Ahir veda” edip doğru deniz kenarına gitti.”



19 Nisan 2014 Cumartesi

SALTUKNAME’DE SEYYİD MAHMUD-İ HAYRAN


Ebülhayr Rumi tarafından 1480 yıllarında derlenen ve kitap haline getirilen Saltukname’de Seyyid Mahmut Hayran ile ilgili olarak dört yerde bilgi verilmiştir.  İlk olarak Seyyid Mahmut Hayran’ın yaşadığı yer  ve kendisi hakkında bilgiler veriliyor. İkinci kısımda toplantılara gitmeme nedenini, üçüncü kısımda Saltuk’la görüşerek onu gazaya gönderişi  anlatılıyor. Son bölümde ise Saltuk, Seyyid Mahmut Hayran’ın mezarını ziyareti anlatılıyor. Son ziyaret 1268 ile 1271 yılları arasında yapılmıştır. İşte o bölümler ve günümüz Türkçesi ile açıklaması:
“Bir kişi dahi vardı. Seyyid idi, yidi yıl idi kim hayrân olup dururdi,  gözin ayırmazdı. Adına seyyid Mahmud-i Hayrân dirlerdi. Kırvan ilinde Akyanos şehrinde bir zaviyede otururdı. (1988;45).”
Günümüz Türkçesi ile:
 “Anadolu’da bir ermiş kişi daha vardı. Bu kişi peygamber neslinden yani seyit idi. Allah’ın büyüklüğünü çok takdir ederek hayrân bir şekilde gözünü dünyaya açmadan yedi yıl boyunca durdu. Adına Seyit Mahmud-i Hayran derlerdi. Konya ilinde Akşehir şehrinde bir küçük tekke’de yaşardı.”
“Şerife Ahmed eyitti: “Server! Siz Mahmud-i Hayrân’a ve Mevlâna Celâl’e dahi varun kim bu meclislerde anlar hazır değullerdür.”didi. Şerif eyitti: “Niçün gelmediler” didi. Ahmet eyitti: “biri aşuktur, biri hayrândur, anun-çün akl meclisinde cem olmadılar.”(1988:46)
Anadolu’da bulunan evliyalar Hacı Bektaş Sultan’ın yanında toplandılar. Bunlar Karaca Ahmet, Ahmed-i Fakih, Sarı Saltuk gibi evliyalardı. Bu toplantıda Fakih Ahmed ile Sarı saltık arasında şöyle bir konuşma geçmektedir.
Günümüz Türkçesiyle
“Ahmet Fakih, Sarı Saltuk’a dedi ki:
 “-Efendi, Mahmud-i Hayran ve Mevlana Celal bu toplantılarımızda bulunmazlar.” Sarı Saltuk dedi ki:
“-Niçin gelmezler?”
Fakih Ahmet dedi ki:
“Onların biri aşıktır diğeri ise hayrândır. Onun için akıl meclislerine katılmadılar.”

“Andan dahi veda idüp azm-i Seyyid Mahmud-i Hayrân idüp gitti. Ahir katına geldi. Mahmud, Şerifi görücek aklı başına gelüp  Şerif birle musahabet ittiler. Andan Şerif Mahmud’dan dest-i tövbe idüp kısvet-i çâr-terk çâr-yâr adına giydi. Mahmud giru  Şerif’e eyitti: “ var yüri gazada ol, sana feth andadur.” didi. Dahi şerif anda ol Akşehr’ün gölüne dua itti balıkları çoğaldı. Ve ağzı yarın içine bıraktı. Tatlı oldi suyı şor iken.” (1988:46)
Günümüz Türkçesi ile: “ Seyyid Mahmut Hayran’ı görmeyi amaç edinen Sarı Saltuk,  Konya’da Mevlana’ya veda ederek ayrıldı. Daha sonra Seyyid Mahmut Hayran’ın yanına geldi. Mahmud, Sarı Saltuk’u görünce aklı başına geldi. Sohbet ettiler. O anda Sarı Saltuk, Mahmut’tan tövbe ile temizlendikten sonra Allah’ı terk etme giysisini çıkarıp Allah’ı sevgili tutma giysisini giydi. Daha sonra Mahmud, Sarı Saltuk’a dedi ki:
“-Yürü git, din için savaş, sana fetih görünmektedir” o anda Sarı Saltuk, Akşehir gölüne gitti. Dua etti, balıklar çoğaldı. Tükürüğünü uçurumdan aşağı bıraktı, gölün suyu acı iken tatlı oldu.”
“Akyanos şehrine gitti. Varup Seyyid  Mahmud-i Hayran’un kabrin ziyaret eyledi. Raviler şöyle rivayet iderler kim Seyyid Mahmud ile Şerif kabri içinden söyleştiler, çok kimesne işittiler.”(1988:181)
Günümüz Türkçesiyle:

 “Konya’dan ayrılan Sarı Saltuk,  Akşehir şehrine gitti. Vardı, Seyyid Mahmud Hayran’ın kabrini ziyaret etti. Rivayet edenler derler ki Seyyid Mahmud ile Sarı Saltuk mezarın içinden konuştular, bunu da pek çok kimse duymuştu.”

7 Nisan 2014 Pazartesi

SALTUKNAME’DE TİMUR


Halk ağzındaki sözlü menkıbelerin derlenmesini ve kitap haline getirilmesini Fatih Sultan Mehmet'in şehzadesi Cem Sultan istemiştir. Ebü'l-Hayr-ı Rûmî, Cem Sultan'dan aldığı emirle Anadolu ve Rumeli'yi yedi yıl boyunca adım adım dolaşarak, Sarı Saltuk'un menkıbelerini derleyerek yazıya geçirmiştir. Saltukname olarak bilinen bu kitapta iki ayrı yerde Timur’dan bahsedilmektedir. Birinci ciltte yer alan bölüm daha geniş bilgi vermektedir.  Burada bilgi veren kişi Timur’un yaptıklarını sebep sonuç ilişkisine dayandırmaktadır. Büyük bir olasılıkla Kırım’da derlenen bu bilgileri veren kişi halk içerisinde okur-yazarlığı olan bir kişidir.
İkinci bölümde yer alan bilgiler Kayseri yöresinden derlenmiştir. Daha kısadır. Timur’la ilgili benzer bilgiler vardır. Her iki kısımdaki bu bilgiler tarihi gerçeklerle uymazsa da Ankara Savaşı’ndan yaklaşık seksen yıl sonra halkın Timur’a bakışı yönünden önemlidir.
Günümüz Türkçesi İle: “ Kırım şehrini yöneten Tatar Han savaşa gitmişti. Sarı Saltuk Kırım’a gelip tekkesine yerleşmişti. Dervişlerinin cerre çıkmasına (Eskiden medrese talebesinin üç aylarda vaaza çıkarak nafakalarını toplamaları) karar verdi. Dervişler sadaka istediler, sadece bir kadın bir bazlamaç verdi, başka kimse bir şey vermedi. Daha sonra dervişler Sarı Saltuk’a geldiler, ağladılar ve dediler ki:
“-Bu yıkılası şehirde bize bir şey vermediler.”  Sarı saltuk dedi ki:
“-Bir memlekette sadaka, zekât ve bağış olmazsa o memleketin harap olacağına delildir.” Dervişler dedi ki:
“-Bu şehrin halkının yüreği demir mi yoksa taştan mıdır ki fakire yardım etmezler?” Sarı Saltuk beddua etti:
“-Hak Teala bunlara Demir adlı taş yürekli bir kişi versin, topal olsun. Bu şehrin helak olması onun elinden olsun. Yine Tebriz’inde helak olması ve yeniden imar edilmesi onların elinden olsun.”dedi.
Daha sonraları aktarılan bilgilere göre buraların yok olması Timur’un elinden oldu. Çağatayların sahip olduğu memleketten ve Buhara şehrinden olan Timurleng önce geldi, Kırım’ı harap etti. Bu olayları nakledenler derler ki,
“Kırım’dakiler sadaka ve zekat vermemekle meşhur olmuşlar ve korkusuz yaşıyorlardı. Kötülükte birlik olmuşlardı. Muhalefet ederlerdi ve Allah’ı gizlemekle meşgul olmuşlardı. Hile, iftira ve yalan içlerinde çoğalmıştı. Tatarlar sinirlendirirlerdi. Kul hakkından sakınmazlardı. Şüphesiz Timur onları duyduğunda:
“Bunlar zalimdir. Onları cezalandırmak bana farzdır” deyip önce insanları kırdı, helak etti ve Kırım’ı yaktı.
Daha sonra Sivas’ı yaktı. Bunun nedeni olarak Sivaslılar genç kuzuları boğazlarlardı. Kışın gebe sığırları pastırma için keserlerdi. Timur:
“-Bu yapılanlar zülümdür” diyerek Sivaslıları da helak eyledi. Timur:
“- Ben size yaptığınız kötülüklere göre Allah’ın gazabı olarak gönderildim. Burada kim zalimse ben onu vururum. Mazluma sözüm yoktur.”dedi.
Timur, Erzurum’u yıktı. Onlardaki bozukluk esnafı terazide hile yapar ve pazarlara bakan hâkimlere rüşvet vererek belirlenen fiyattan daha düşüğüne alış veriş yaparlar. Fakirlerin hakkını yerlerdi. Hain, yalancı, fesat ve acımasız idiler. Daha sonra Timur, Erzurumluları öyle bir kırdı ki beşiğindeki oğlancıkları bile öldürdü.          Bazıları Sivas’ta ve Erzurum’da bir başka zülüm olduğunu söylerler. Onlara göre: “Bu  şehirlerde kediler ve köpekler yavrulasa, bunları sokaklara bırakırlardı. Zavallı yavrularda ağlaya ağlaya can verirlerdi. Bütün bunlar Timur’un öfkelenmesine neden oldu.” dediler. Çünkü Timur adillik davası güderdi. “Zerre kadar zulme ölüm cezası veririm” derdi. Yavuz kişiydi. Öyle ki bir padişaha mektup gönderse o padişah mektubuna hürmet gösterip ayağa kalkarak dinlemese onun üstüne varıp savaş ederdi.
Nitekim Sultan Yıldırım’a Timur elçi gönderdiğinde elçisine itibar etmediği için üstüne gelip Ankara’da savaştı.
Yıldırım Han’ın ordusunun birazı Kırım tatarı idi.  Onlar komutanları ile el öpmeye geldiklerinde Yıldırım Han bunların komutanlarından şüphelendi ve onu zehirletti.  Bu komutan Uhtu ismi ile tanınır. Mezarı Edirne’dedir. Sarı Şeyh yazısında bellidir. Yıldırım Han yanına on bin Tatar askerini alarak Timur’a karşı geldi. Onlarda asi oldular ve Yıldırım Han’ı ele verdiler. Anadolu askerleri kaçtı, gittiler. Rumeli’nden asker yoktu. Geriye sadece köleler yani kullar kalmıştı. Daha sonra Yıldırım, köleler içinden çıktı, savaşa yürüdü. Savaşırken bir ok geldi, Yıldırım Han şehit oldu. En yakınındakiler:
“-Yıldırım Han kölelerin içinden çıktı, savaşa girdi, şehit oldu.”diyerek askerden saklayıp cenazeyi Bursa’ya kaçırdılar. Savaşta Deli Mezit’i tuttular, getirdiler. Ayağında ağrı olduğu için kaçamadı. Timurlenk onu Yıldırım sandı. O da kendini sakladı.
Daha sonraları Yıldırım’ın oğlu Emir Süleyman Şah gidip Osmanlı tahtına geçti. Bunun ardından Timur Bursa’ya geldi. Mezid’in Yıldırım Han olmadığını anladı ve onu helak eyledi. Diğer taraftan Emir Süleyman Şah boğazdan Anadolu’ya geçti. Timur’la karşılaştı. Askerlerini kırdı. Timur yaralı olarak İran’a kaçtı. Timur, Semerkand  şehrine yaralı olarak vardı ve orada öldü. Tevarih-i Osman’da yazılıdır.”
İkinci ciltte Timur’la ilgili bilgiler daha kısadır. Timur’un Kayseri’ye neden giremediğini anlatarak başlamaktadır.
Saltukname’de bu kısım Günümüz Türkçesi ile: “Timur, Anadolu’ya geldiğinde Kayseri’yi ezerek almayı düşündü, şehre girmek ve talan etmek için kendi açtığı yoldan geldi ki üzerindeki at huysuzlandı ve o yürüyerek ileri gitmek istedi. Seyyid Malatıyyive Sultan’un türbesi oradaydı. Türbeye yaklaşınca yola ters olarak türbe penceresinden iki ağızlı Hz. Ali’nin Zülfikar kılıcı çıktı ve kılıçtan ateşler çıkıyordu. Bu arada Timur, Seyyid’in elinin parmaklarını kılıç kabzasında gördü. Onun korkusundan Timur atından indi. Yapacağı işe tövbe ve istiğfar etti. Anadolu’dan ayrılıp İran’a gitti. Peşinden Emir Süleyman b. Bayezid Han’ın askerleri yetişti, vurdular, kırdılar. Kalanlar kaçtı Semerkand’a gittiler. O savaşta Timur yaralandı ve o yaradan daha sonra öldü. Yok oldu.”
İşte Saltukname’de Timur’u Anlatan  Orijinal Metinler:
“…..Kırım şehrinde Han-ı Tatar otururdı dahi gazâya gitmişdi. Server gelüp tekyeye kondi karâr eyledi. Andan dervişler şehre cerre çıkdılar, sadaka taleb itdiler. Kimesne anlara nesne virmediler. Hemân bir karı bir bazlamaç virdi. Pes dervişler seyyid katına geldiler, ağladılar, eyitdiler: “Bu yıkılası şehirde bize nesne virmediler.”didiler. seyyid eyitdi: “Bir diyârda sadâka ve zekat ve ihsan olmasa ol diyarün harabına delildür.” didi. Dervişler eyitdiler: “Server şehrün halkınun yüreği demürden ya da taşdan mıdur/ fukarâyı sevmezler?” didiler. Server eyitdi: “Hak Taâla bunlara bir Demür adlu, taş yüreklü er viribiye, aksak ola. Bu şehrün harabı anun elinde ola. Nite kim Tebriz’ün dahi harâbı ve hem imareti garrân elinde ola ”didi. Nakildür kim en son bunların harâbı anların elinde olur. Pes Timurleng  geldi Kırım’ı ol harab itdi. Çağaday mülkinden kim ol diyârda  ve Buhara dinur şehirlerdür. Raviler eyidürler sebeb bu oldi kim anlar zekat ve sadaka virmedükleri meşhur olmişdi ve emn ü emansuz olmişlardi ortalarından  ittifak-ı şer gitmişdi, hilaf iderlerdi ve ketm-i Hakka meşgul olmişlardı. Hile ve bühtan zür içlerinde çoğıdı. Tatarlar illet iderlerdi, na-hakk kandan sakınmazlardı. La-cerem Timür anları işidüp: “Zalimlerdür, bana anları sekitmek farzdur.” deyu kırdı. Hep helak idüp Kırım’ı yakdı ve dahi Sıvas’ı yıkdı. Anun içün kim anda genç kuzı boğazlarlardı. Kışın gebe sığırı pastırma içün boğazlarlardı. Zülmdür deyü anları dahi heâk eyladi, eyitdi: “ben size fi’lünüze göre Allah’dan hışm virildüm. Kanda kim zalim ola, ben ana vururam. Mazluma sözüm yokdur.”didi. ve dahi Erzenü’r-Rûmi dahi yıktı. Anlarun fesadı ol idi kim götürü ehl-i sûk ve mizan ve hile ve bazar halkı hâkimlerine rüşvet kesim virub, narh’ı eksiğine satarlardı. Fukara hakkını yirlerdi. Hiyânet zür fesad ve birahm idiler. Pes, Timur anları şöyle kırdı kim, beşiğinde oğlancıkları bile öldürdi. Bazılar eyidür. Sivas’da ve Erzenü’r-Rum’da bir zulüm dahi vardı. Kim Hak Te’âlâ helâkına ol kavmin anı sebeb itdi. Buydu kim kaçan kediler ve kelbler yavrılsalar, sokağa bırakurlardı. Kedi ve kelpcügezler çağıru çağıru can virürdü. Temür anı işidüb gazab itmesine ol sebeb oldu, dirler. Zira, Timur, âdillik davasın iderdi. Zerre kadar zulme itâb iderem, deyü söylerdü. Yavuz kişiydi. Şöyle kim bir padişaha name gönderse ol padişah nâmesine izzet idüp ayak üzre durup kalkmasa anun üstine varup ceng iderdi. Nite kim Sultan Yıldırım’a/ Timurleng elçi gönderdükde elçisini itibar eylemediği-y-çün üstine gelüp Engüri üstinde ceng olup  Yıldırım Han’un leşkerinun birezi Deşt-i Tatari idi. Kim beğleriyle el öpmeye geldiler. Yıldırım Tatarlardan vehm idüp anların padişahlarına zehr virdilerdi. Uhtu dimekle ma’rufdur, Edrine’de yatur. Saru Şeyh mukabirinde ma’lumdur. Kırım leşkerin koyup ol on bin Tatar’la Timürleng’e karşu gelüp anlarda asi olup Yıldırım’ı ele virdiler. Anatoli leşkeri dahi kaçdılar, gitdiler. Rum ilinden kimse yoğidi, kul taifesi idi. Pes Yıldırım kul içinden çıkdı, cenge yüridi. Ceng içinde ok dokandı. Yıldırım şehid oldı. Taifesi eyitdi: “Pes Yıldırım kul içinden çıkdı, cenge yüridi, şehid oldı.”diyü leşker sınup ölüsün alup Bursa’ya kaçdılar. Cengde Deli Mezid’i dutdiler, getirdüler. Kaçamadı, ayağı ağrıklu kişiydi, dutdilar. Timurleng anı Yıldırım sanup ol dahi kendüsin sakladı. Ta kim Yıldırım oğlı Emir Süleyman Şah varup tahta geçdi, pes Timurleng Bursa’ya geldi, Mezid’i duydi, Yıldırım değül idüğin bildi, helak eyledi. Bu tarafdan Emir Süleyman Şah geçup Anatoli’ya varup Timur’i sidi, kırdı. Timur zahmlu “Acem diyârına kaçdı. Timurleng varup ol Semerkand adlu şehirde ol zahmdan helâk oldi. Tevarih-i Osman’da ma’lumdur. (Saltukname Cilt 1 156-159).
İkinci Ciltteki Orijinal Metin:
“-Timur-leng Rum’a geldükte Kayseriyye şehrine kasd eyledi, geldi kim eniz kendü yolından şehre gire, şehri gâret eyleye. Kendü at depüp ilerü gelüp yüriyicek Seyyid Malatıyyive Sultan’un kabri anda idi. Ol türbenün penceresinde Zü’l-fikar resmi çıkup arkuri yola ol seyf turdı dahi odlar çıkardı ve dahi Seyyid’ün elinün kabzadan barmakların gördi. Anun korkusundan Timur inüp atından işine tevbe ve istiğfar idüp dahi Rum’dan dönüp Acem’e gitti. Ardınca Emir Süleyman b. Bayezid Han leşker ile yitişûp kırdılar, sıdılar. Kaçdı, Semerkand’a gitti. Ol cengde zahm-nak olup andan geberdi. Helâk oldu.” (Saltukname Cilt 2  180)