23 Ekim 2017 Pazartesi

EVLİYA BİR BABANIN OKUMUŞ OĞULLARI (Seydi Mahmûd Hayran’ın Oğulları)

                

SEYDİ MEHMET
Seydi Mehmet, Akşehir’e büyük bir külliye kuran kutupların kutbu Seyyit Mahmûd Hayran’ın üç oğlunun en büyüğüdür.  Zamanının büyük alimlerinden biri olduğu kayıtlarda mevcuttur.
 1200’lu yıllarda Akşehir’de bol miktarda zaviye ve medrese vardı. İşte bu eğitim kurumlarında Seydi Mehmet küçük yaştan itibaren eğitim almaya başladı. Özellikle babası Seyyit Mahmûd Hayran Zaviyesinde hem bilgi hem de görgü yönünden kendini yetiştirdi. Sağlığında babasının en büyük yardımcısıyken 1268 yılında babasının ölümü üzerine Seyyit Mahmûd Hayran zaviyesine Şeyh oldu.
Aynı zamanda zaviye vakfının da yönetimini eline aldı.
            Seydi Mehmet’in Seydi Ali isminde bir oğlu olduğunu mezar taşlarından anlıyoruz. Seyyit Mahmut Hayran türbesinde bulunan üç sandukadan biri bu Seydi Ali’ye aittir.
 SEYDİ MUHYİDDİN
Seydi Muhyiddin, Türkiye Selçuklu’sunda Akşehir’de yaşayan gönül erlerinden biri  olan Seyyid Mahmud Hayran’ın üç oğlundan biridir. Döneminde Selçuklunun ileri gelen şairlerinden birisi idi.
Seydi Muhyiddin’in yaşadığı devirde Akşehir’de Emir Yavi Medresesi, Taş Medrese, Kadı İzzeddin ve Nasreddin Hoca Medreseleri vardı. Ayrıca babasının dini eğitim verilen büyük bir tekkesi bulunmaktaydı. Şiir yazabilecek şekilde Farsça, Arapça ve Türkçeyi bilmesi iyi bir eğitim aldığını gösterir.
F. Nafiz Uzluk, Hollanda Leiden Üniversitesi kütüphanesinde 1094 numaralı Selçuklu şairlerine ait bir cönkte, Seyyid Muhyiddîn’e ait birçok manzumenin olduğunu görmüştür.  Cönkler uzunlamasına açılan deri kaplı defterlerdir. Her ne kadar cönklerde genel anlamda saz şairlerinin şiirleri yer alsa da, salt saz şairlerince yazılmış şiirlere yer verildiğini söylemek doğru olmaz. Çok sık olmasa da divan şairlerine ait şiirleri de ihtiva ederler. Dini bilgiler ihtiva eden, çeşitli  hutbe ve vaaz metinleri barındıran dini ağırlıklı cönkler de mevcuttur. Seydi Muhyiddin duygu ve hislerini şiir olarak yazdığı bu cönk ne yazık ki ülkemizden çok uzaklarda kalmıştır.
Seydi Muhyiddin, 3 Rebiülevvel 731/11 Nisan 1331 tarihinde vefat etmiştir. F.Nafiz Uzluk, vefatının ardından Seydi Muhyiddin’e bir çok mersiye yazıldığını belirtir.(Uzluk 1952: VIII-IX). Ağıt anlamına gelen bu mersiyeler, Seydi Muhyiddin’in şairlerin bulunduğu bir ortamda yaşadığını ve çok sevildiğini göstermektedir.
Aynı adı taşıyan torunu ve torununun torunu olan Seydi Muhyiddin’in  Seydi Ali isimli bir oğlu vardı.
SEYDİ NECMEDDİN
Seydi Necmeddin, Selçuklu devri büyük din alimlerinden Seyyit Mahmut Hayran’ın üç oğlundan biridir. Adına Akşehir’de bir mescit yapılmıştı.
Amcası Necmeddin Ahmet ile aynı adı taşıdığı için karışıklığı önleme adına İ. Hakkı Konyalı ismini Necmeddin Çelebi olarak verir. Vakıf defterlerinde ise adı Seydi Necibeddin’dir.
Akşehir’de Seydi Necibeddin adına yapılan mescit için bir vakıf kurulmuştu. Fatih Sultan Mehmet ve II. Beyazit dönemlerinde yapılan vakıf defteri kayıtlarında böyle bir vakfa rastlanılmıyor. Ancak Kanuni devrinde yapıldığı söylenen vakıf kayıtlarında ve III. Murat dönemindeki vakıf kayıtlarında Seydi Necibeddin Vakfı mevcuttur. Bu durum bize mescidin ya başka bir ad taşıdığı ve sonradan eski adını aldığını ya da önceleri harap olan mescidin zamanla tamir edildiğini gösterir. 1535 yılı Karaman Vilayeti vakıfları kayıtlarına göre:
Seydi Mahmûd Hayrân’ın Öz Evladı Seydi Necibeddin Vakfı
Her gün dört kitapçık halindeki cüzden Kur’an okuması için
Nakit olarak gelir:14.000                  Senelik:1400
Masraflar
Vakfı yönetme giderleri
Vakıf yönetimi Vakfiye uyarınca evladından daha sonra gelen oğulları yok oluncaya kadar devam edecektir.
Her gün Kur’an cüzi okuyan 7 kişinin giderleri günlük:1 senelik:1.400” şeklinde kayıt vardır.
Yine aynı defterde bu mescidin şeyhi için ayrı bir kayıt vardır. Buna göre:
“Seydi Mahmûd Hayrân’ın Öz Evladı Seydi Necibeddin Vakfı
Pazartesi ve Perşembe günleri Vemlili Mescidi Şeyhi için
Nakit olarak:1000
Senelik:100
Masraflar
Vemlili Mescidi giderleri, dört kişinin her birisi için::25 senelik:100” şeklinde ikinci bir kayıt vardır.
Bu kayıtlardan yola çıkarsak Seydi Necibeddin’in Seydi Mahmûd Hayran’ın öz oğlu olduğu ve onun gözetimi altında iyi bir eğitim aldığını söyleyebiliriz. Kendi gelirleri ile bir mescit yaptırdığını ve bu mescitte şeyh olduğu açıkça belli oluyor. Yine Kur’an okumaya büyük önem verdiğini öyle ki bu iş için bir vakıf kurmuş ve her gün 7 kişi 4 cüz okumasını vakfiyesine almıştır.
Ayrıca Akşehir’de yaptırdığı mescidi Osmanlı’nın ilk döneminde harap olduğu ve daha sonra tamir edilerek Vemlili Mescidi olarak anıldığı anlaşılmaktadır.

Dini yönden iyi yetişmiş olduğu belli olan Seydi Necibeddin’in ölüm tarihi bilinmiyor. Yine günümüze kadar gelen soy şeceresinde çocuklarının ismi verilmiyor. Ancak vakfiye kayıtları oğullarının olduğunu kanıtlıyor.

3 Temmuz 2017 Pazartesi

EŞREFOĞLU’NUN AKŞEHİR YÖNETİCİSİ: HOCA KAMEREDDİN


            Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra bir top gibi devamlı el değiştiren Akşehir yaklaşık 20 yıl boyunca Eşrefoğlu Beyliği’nin egemenliğinde kalmıştır. İşte bu devirde Akşehir yönetenlerden biri de Hoca Kamereddin Naip’tir.
            1302 yılında Eşrefoğlu Beyliğini kuran babası Süleyman Bey’in yerine büyük oğlu Mübarizüddin Mehmed Bey geçti. Mehmed Bey, babasının kendisine bıraktığı ülkeyi genişletmeye çalıştı ve bunda da başarılı oldu. Kuzeye doğru ilerleyerek Akşehir ve Bolvadin'i ele geçirdi. Tarihi kaynaklar Eşrefoğlu Beyliğinin büyük bir süvari ordusu olduğunu belirtmektedir ve bu beylikte verilen en büyük hediye ise atlardı.
            Yaklaşık 1304-1306 yılları arasında Akşehir’i beyliğine ekleyen Mübarizüddin Mehmed Bey, burayı yönetmek için kendine vekil olarak Hoca Kamereddin’i görevlendirdi.
            Hoca Kamereddin Naip’in asıl adı İzzeddin idi. Dinin ululuğu anlamına gelen İzzeddin yerine yönetici olunca dinin sadık hizmetçisi anlamına gelen “Kamereddin” adını kullanmaya başladı. Eşrefoğlu Beyliği yerine Akşehir’i yönettiği için Naip unvanını almıştı.
            Tarihi kaynaklarda hakkında fazla bilgi bulunmayan Hoca Kamereddin Naip yabancı kaynaklarca “Müftü” olarak tanıtılmaktadır. Buradan yola çıkarsak onun küçük yaşta  iyi bir dini eğitim aldığını çevresinde hoca olarak tanınmakta idi.
            Bu devirde yönetim boşluğundan ötürü genellikle Akşehir halkında bir umutsuzluk ve mutsuzluk hakimdi. Tarihi kaynaklarda Halk moral değerlerini yükseltmek için genellikle tarikatlara yöneldiği belirtilmektedir. Bu devirde Akşehir’de Mevlevilik ileri derecede yaygındı.  Akşehir’de o devirde Ahi Musa’nın kurduğu zaviye bir Mevlevihane gibiydi. O dönemlerde Mevleviliği uç bölgelerinde yayma faaliyetleri içinde bulunan Mevlana'nın torunu Ulu Arif Çelebi zaman zaman Beyşehir ve Akşehir'e uğrar ve Beyşehir’de Eşrefoğlu Mehmed Bey'in misafiri olurdu. Mehmed Bey kendisine hürmet ve saygıda kusur etmezdi. Fakat aynı ilgiyi Akşehir’i yöneten Hoca Kamereddin Naip’ten göremiyordu. Çünkü iyi bir dini eğitim alan Akşehir yöneticisinin tarikatlara ve dervişlere itikadı yoktu. Bunu Eflakı “Ariflerin Menkıbeleri” eserinde şöyle belirtmektedir:
            Yine halifelerin sultanı Akşehirli Ahi Musa'dan naklolunur ki:
            “Eşrefoğlu'nun hizmetçisi olan Hoca Kamereddin Naip, Akşehir'de hakimdi. Zalim bir adamdı ve (dervişlere) itikadı yoktu. O, bir gün Çelebi hazretlerinin, etrafına bir takım emirler ve rindler toplandığından günün birinde elinden fena bir hareket, dilinden fena bir söz çıkar korkusuyla Akşehir'den çıkıp gitmesini düşünmüştü. Fakat bu fikrini kimseye açmamıştı. Tesadüfen, ayni günde, gezerken o aslanlar sülalesinin yavrusu Çelebi'ye rastladı. Çelebi ona:
            "Ey Kamereddin! Dostlar bizi bu şehirden yürütmek niyetindeler. Yalnız onlar bizi yürütürlerse, bizim tekrar gelmemiz umulur, fakat bizim yürüttüğümüz adamlar öyle yok olurlar ki artık bir daha bu varlık alemine adım atamazlar," buyurdu.
            Bunun üzerine Kamereddin hemen atından inerek baş koyup mürid oldu. Çelebi'nin altına iyi bir at verdi ve haddinden aşırı hizmetlerde bulundu.”
            Eşrefoğulları Beyliği'nin ömrünün çok kısa olmasına rağmen bu dönemde özellikle mimarî alanda çok güzel eserler yapılmıştır.  Tarihi kaynaklara göre Akşehir’de de Mübarizüddin Mehmed Bey tarafından bir cami yaptırılmıştır. Bu Bey’in Akşehir’deki vekili olan Hoca Kamereddin Naip öncülüğünde yapılan bu cami günümüze kadar gelememiştir. Bunun nedenlerinden biri Eşrefoğlu Camilerinin ahşap direkli ve toprak damlı olması idi.
            Sonunda Mevleviliği kabul eden Akşehir yöneticisi Hoca Kamereddin Naip  aynı zamanda at besleyen varlıklı bir süvari idi.
           


KUZEY AFRİKA’DA İKİ AKŞEHİRLİ GEZGİN ALİM


            13. yüzyılın sonlarında Anadolu Selçuklu Devrinde Akşehir’de doğan iki gezgin ilim öğrenmek için Fas, Tunus, Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkelerine gitmiş hatta Endülüs'e (İspanya’ya) geçmiş ve orada eğitim almışlardır. İyi birer alim olan bu kişiler şunlardı:
GEZGİN BİR BİLGİN: ŞEMSEDDİN MUHAMMED AKŞEHRİ
Şemseddin Muhammet, Selçuklunun son döneminde ve Hamitoğulları devrinde Akşehir’in yetiştirdiği seçkin âlimlerden biridir. Gezerek dünyayı öğrenme yolunu seçmiştir. Hatta bu seyahatlerle ömrünü tüketmiştir.
 Kaynaklara göre Şemseddin Muhammet veya Şemseddin Mehmet denilen bu bilgin öncelikle Akşehir medreselerinde kendini yetiştirdi. İlmini kemale erdirmek için Akşehir’den yola çıktı. Fas, Tunus, Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkelerine kadar çetin seyahatler yaptığını (İthafül-İzhar) kitabının yazarı zikretmektedir. Gezdiği ülkelerde yıllarca eğitim aldı.
Daha sonra(Cennetül-Firdevs), (Mensekü'l-Kasidi'z-Za'îr) isimlerinde eserlerini yazdı.  Günümüzde Cennetül-Firdevs hakkında kaynaklar şu şekilde bilgi vermektedir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Hakîkaten îmân edip de iyi amel ve harekette bulunanlar (var ya), onların konakları da Firdevs Cenneti'dir. (Kehf sûresi: 107)”
Cennet'te yukarıya doğru birbirlerinin üstünde bulunmak sûretiyle yüz derece ve mertebe vardır. Genişlikleri de çok fazladır. Firdevs, makam bakımından en âlâsıdır. Cennet'in dört nehri olan bal, süt, su, şarap (Cennet şarabı) Firdevs'ten akar
ve o Firdevs'in üstünde arş-ı âlâ vardır. Öyle ise Allahü teâlâdan Cennet'i istediğiniz zaman, Firdevs'i isteyiniz. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Dünyada alçak gönüllü olanlara müjdeler olsun; kıyamet günü onlar kürsî sâhibleridir. Dünyada ara bulup barıştıranlara müjdeler olsun; kıyamette Firdevs Cenneti'ne onlar vâris olacaklardır. (Hazret-i Îsâ)”
Şemseddin Muhammet’in diğer kitabı olan (Mensekü'l-Kasidi'z-Za'îr) eserinde ise ziyaret edilmesi tasarlanan ibadet yerlerini anlatmaktadır.
Akşehirli âlim ömrünün sonlarında Medine-i Münevverde yerleşerek 739 H.(1338 M.) de vefat etti. (İthafül-İzhar) kitabının yazarına göre tahsil için yaptığı seyahatler kendisini ihtiyar yapmıştı. Bu hesaba göre Şemseddin Muhammet 1270’li yıllarda Akşehir’de doğmuştur.
AKŞEHİRLİ TARİHÇİ BİR SEYYAH: MUHAMMED CELALEDDİN
             Muhammed Celaleddin Akşehri hem tarihçi hem de bir seyyahtır. Anadolu Selçuklu Devrinde Hicrı 665'te (M 1267)de Akşehir’de doğmuştur.
            Moğolların işgali altındaki Anadolu’da büyük zorluklar içerisinde çocukluğunu geçirdi. Yeterli eğitimi alamadığını düşünerek Akşehir’den Mısır'a gitmiş, oradan Fas'a uzanarak Endülüs'e (İspanya’ya) geçmiş ve Ebu Ca'fer İbnü'z-Zübeyr ve Muhammed b. lsa gibi hocalardan ders almıştır.
            İbn Hacer'in bildirdiğine göre doğunun ve batının pek çok şehrinden ve hadiselerinden bahseden seyahatnamesi birkaç cilt tutmakta imiş. Acaba bu eserden geriye bir şey kaldı mı? Ne yazık ki bu büyük seyahatname günümüze ulaşmamıştır.
            Son zamanlarını Medine'de geçiren Celaleddın Akşehri 731/1331 yılında Medine’de vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir.
            Akşehir’de doğan bu Anadolu kökenli seyyah derviş-alimin Medine’deki Müslümanların ilk mezarlığı olan Bakı Mezarlığı’nda yatanlarla ilgili Ravda namında bir eserinin bulunduğu belirtiliyor. Türkçe de Ravza olarak bilinen Ravda, cennet bahçesi anlamına gelmektedir.


ÜÇHÖYÜK’E İLK YERLEŞEN TÜRKLER


            Akşehir’e bağlı Üçhöyük Köyü, arkeolojik öneme sahip höyükler üzerine kurulmuştur. O dönemdeki adı Ağayid köyü idi. Ağayid köyü bazı kaynaklar ilk olarak D. French tarafından tespit edilen höyüklerden sonra adının Üçhöyük olduğu belirtiliyor. Oysa Ağayit Köyü yakınlarında 1583 Tarihli Akşehir Sancağı İcmal Defteri’nde Cebeli Höyüğü olduğu bildirilmektedir.
1466 Tarihli Akşehir Mufassal Defteri kayıtlarına göre;  Akşehir’e bağlı Ağayid (Üçhöyük) Köyü 15 Ağustos 1466 tarihinde Kayalu Dere’de oturan kapıkulu askerleri komutanı aslan terbiyecisi(Şirmend) lakaplı  Azusani’nin mülkü idi. 1466 yılı kaydında köyün vergisini toplama görevi Reis oğlu Beğ Paşa’ya verilmişti.
1466 yılı kayıtlarına göre Ağayid Köyü’nde yaşayan ailelerin reisleri şunlardı:
1-Mürüvvet: Tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veren kadın bir aile reisi idi.
2-Elvan oğlu Bayezid: Bu kişi en az bir çiftlik genişliğindeki toprağı ekip biçerek yılda bir kez toprak vergisi vermekte idi.
3-Bu Bayezid’in kardeşi İsmayil:  Tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu. Yani yaklaşık 18 akçe vergi ödüyordu.
4- Hüseyin oğlu Bekir: Bu kişi en az bir çiftlik genişliğindeki toprağı ekip biçerek yılda bir kez toprak vergisi vermekte idi.
5- Hacı oğlu Süleyman: Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu
 6-Yahşi oğlu Mürüvvet: Bu kişi en az bir çiftlik genişliğindeki toprağı ekip biçerek yılda bir kez toprak vergisi vermekte idi.
7- Hüseyin oğlu Teberrük:  Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu.
8-Ümit Hacı:  Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu.
9-Ümit Hacı’nın Kardeşi Hamid:  Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu.
 10-Hüseyin oğlu Halil: Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu.
11-Yusuf oğlu Yakup:  Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu.
12-Tülek İbrahim: Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu. Çok kurnaz bir kişiliğe sahip idi.
13-İshak oğlu Mürsel: Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu.
14- Hoşi oğlu Mehmet: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken evlenmişti ve Bennak denilen vergiyi ödemekte idi
 15-İsa oğlu İsa: Bu kişi en az bir çiftlik genişliğindeki toprağı ekip biçerek yılda bir kez toprak vergisi vermekte idi.
16-Bu İsa’nın diğer oğlu Mehmed: Bu tarihte toprak sahibi olan babasının yanında yaşıyor ve henüz evlenmemişti.
17- Hüseyin oğlu Hamza: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken evlenmişti ve Bennak denilen vergiyi ödemekte idi
18-Tuğrul oğlu Murat Fakih:  Tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu. Yani yaklaşık 18 akçe vergi ödüyordu. Köyün imamı idi. Kendisini dini konularda yetiştirmiş bir ilim adamı idi.
Ağayid Köyünden yekûn olarak 342 Akçe vergi alınmaktaydı. Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken evlenen ve bennek vergisi veren üç kişiden 24 akçe alınmaktaydı. 1466 yılında önceden düşünülmeyen masrafları karşılık olmak üzere tevzi defterleri ile 18 kişiden 180 akçe tahsil edildi.
Buğday vergisi olarak 18 müdd (bir müdd, iki avuç dolusuna eşit idi) alınan vergi 720 akçe idi. Ağayid Köyünün zirai mahsullerinden 12 müdd’den alınan vergi 300 akçe kadardı. Köyün Koyunlarından 70 akçe vergi alınıyordu. Osmanlılarda emir, vezir gibi rütbe sahiplerinin elde ettikleri toprak ürünlerinden alınan ek vergi olarak 4,5 müdd karşılığında 180 akçe veriyorlardı. Ayrıca zirai mahsullerinden 3 müdd karşılığında 75 akçe alıyorlardı.      
Bütün bunlar toplandığında yekun olarak 1808 akçe tutmaktaydı.  Yapılan hesap sonucu kalan 125 akçe idi.
Kaynaklar: 1-Osmanlıca- Türkçe sözlük,
2- Erdoğru, Mehmet Akif (2015) 1466 tarihli Akşehir Mufassal Defteri (Metin ve İnceleme)  Ankara: Türk Tarih Kurumu.



9 Mart 2017 Perşembe

OSMANLI FETHETTİĞİNDE ENGİLLİ’DE KİMLER YAŞIYORDU


1466 Tarihli Akşehir Mufassal Defteri kayıtlarına göre;  Akşehir’e bağlı Engilli Köyü 6 Mayıs 1466 tarihinde Makedonya’da yer alan Ohri şehrinde oturan Bosna kapıkulu askerleri komutanı Şahin’in mülkü idi. Ohri 1395 yılında Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmıştı. Bu kayıtta köyün vergisini toplama görevi Acemî Yusuf yani İranlı Yusuf’a verilmişti.
1466 yılı kayıtlarına göre Engilli Köyü’nde yaşayan ailelerin reisleri şunlardı:
1- Hıdır oğlu Oğul Beyi: Tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu. Ayrıca köyde arıcılık yapmakta idi.
2-Bu Oğul Beyi’nin oğlu Hıdır Balı:  Köyde hiç toprağı yoktu. Arıcılıktan bal satarak geçimini sağlıyordu.
3-Gül Beyi oğlu Sadeddin:  Tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu. Yani yaklaşık 18 akçe vergi ödüyordu. Babası gül yetiştirerek geçimini sağlıyordu.
4- Hoca oğlu Dağ Beyi: Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu. Yani yaklaşık 18 akçe vergi ödüyordu.
5- Bu Dağ Beyi’nin oğlu Hoca: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken henüz evlenmemişti.
 6- Diğer bir oğlu Hacı İbrahim: Dağ Beyi’nin oğlu olan Hacı İbrahim diğer kardeşi gibi bu tarihte evlenmemişti.
7- Çandır Yusuf:  Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu. Keçe işleri yaparak geçimini sağlıyordu.
8- Kani Osman:  Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu. Hayat karşısında kanaatkâr bir insandı.
9- Balaban oğlu Ali:  Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu. Köyde yırtıcı kuşlar besliyorlardı.
 10-Şahin oğlu Nebi: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken evlenmişti. Hiç toprağı yoktu.
11-. Hüseyin oğlu Mustafa:  Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu.
12-Bu Mustafa’nın kardeşi Ahmet: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken evlenmişti ve Bennak denilen vergiyi ödemekte idi.
13- Mustafa oğlu Sevindik: Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu.
14- Halil oğlu Durmuş: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken evlenmişti ve Bennak denilen vergiyi ödemekte idi
 15-Bu Durmuş’un oğlu Yakup: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşıyor ve henüz evlenmemişti..
16-Bir diğer oğlu Hacı Mahmut: Bu tarihte toprak sahibi olan babasının yanında yaşıyor ve henüz evlenmemişti.
17- Minnet oğlu Mustafa: Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu
18- Bu Mustafa’nın kardeşi Hacı: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken o  tarihte henüz evlenmemişti.
19-Hamza oğlu Ali Paşa: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken o tarihte henüz evlenmemişti.
20- Ali oğlu Yahya: Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu
21- Bu Yahya’nın oğlu Halil: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşıyor ve henüz evlenmemişti..
22- Bu Yahya’nın  diğer oğlu Hacı: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşıyor ve henüz evlenmemişti..
 23-Mısri oğlu İvaz: Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu. Mısır’dan Anadolu topraklarına göç etmiş bir Arap aileydi
24- Bu İvaz’ın oğlu Yusuf: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşıyor ve henüz evlenmemişti..
25-Hamza oğlu Aykud: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşıyor ve henüz evlenmemişti.
26-Cüllah: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken evlenmişti ve Bennak denilen vergiyi ödemekte idi. Dokumacılık yaparak geçimini sağladığı için adı unutulmuş ve yaptığı işle çağırılmaya başlanmıştır.
27 Mustafa oğlu Oruç: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken evlenmişti ve Bennak denilen vergiyi ödemekte idi.
28-Durmuş oğlu Hacı Bayram: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken evlenmişti ve Bennak denilen vergiyi ödemekte idi. Kutsal topraklara giderek hacı olmuştu.
29- Çond oğlu Bayram: Ailesinin tarımda koşum gücü için tek bir öküze sahip olunan toprakları vardı ve yarı çiftçi vergisi veriyordu.
30-: Hacı oğlu Mahmud: Bu kişi en az bir çiftlik genişliğindeki toprağı ekip biçerek yılda bir kez toprak vergisi vermekte idi.
31-Kabak Mustafa: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken evlenmişti ve Bennak denilen vergiyi ödemekte idi. Babasının tarlasında kabak yetiştiriyordu.
32-Mehmet Fakih: Engilli köyünün imamı idi. Köyde hiç toprağı yoktu ve Bennak denilen vergiyi ödemekte idi. Dini konularda kendini yetiştirmiş bir kişi idi.
33-Kara Ali oğlu Teberrük: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken henüz evlenmemişti  
34-Bu Teberrük’ün kardeşi Cafer: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşıyordu ve henüz evlenmemişti.
Toplam 7 haneden yekûn olarak 252 Akçe alınmaktaydı. Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken evlenen ve bennek vergisi veren dokuz kişiden 72 akçe alınmaktaydı.  Köyde babası ile birlikte yaşayan ve bekar olan 12 erkek mevcuttu. 1466 yılında önceden düşünülmeyen masrafları karşılık olmak üzere tevzi defterleri ile 34 kişiden 340 akçe tahsil edildi.
Buğday vergisi olarak 11 müdd (bir müdd, iki avuç dolusuna eşit idi) alınan vergi 440 akçe idi. Engilli Köyünün zirai mahsullerinden 10 müdd’den alınan vergi 250 akçe kadardı. Köyün bağlarından 500 akçe vergi alınıyordu. Köyde var olan bostan bahçelerinin sahipleri 45 akçe vergi veriyorlardı. Osmanlılarda emir, vezir gibi rütbe sahiplerinin elde ettikleri toprak ürünlerinden alınan ek vergi olarak 2,5 müdd karşılığında 100 akçe veriyorlardı. Ayrıca zirai mahsullerinden 2,5 müdd karşılığında 62,5 akçe alıyorlardı.
 Engilli köyünde 1466 tarihinde üç değirmen bulunmaktaydı. Bunlardan iki buçuğu köyün tımar sahiplerine ait idi. Sadece bir değirmenin yarısı kararlaştırılmış vakıflardan olan Seydi Mahmut Tekkesi vakfına ait idi. Bu değirmenlerden tımar sahipleri 2,5 müdd karşılığında 80 akçe ve yine 2,5 müdd karşılığında 61,5 akçe öşr vergisi alıyorlardı. Vakfın payı ise 0,5 müdd karşılığında 32,5 akçe idi.
             
Bütün bunlar toplandığında yekun olarak 2155 akçe tutmaktaydı.  Yapılan hesap sonucu kalan 170 akçe idi.
Kaynaklar: 1-Osmanlıca- Türkçe sözlük,
2- Erdoğru, Mehmet Akif (2015) 1466 tarihli Akşehir Mufassal Defteri (Metin ve İnceleme)  Ankara: Türk Tarih Kurumu.



14 Şubat 2017 Salı

BALTACI RUSYA’YA GİDERKEN YANINDA AKŞEHİRLİLER VARDI


    Rusların düşmanca davranışları üzerine Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa serdarlığında yapılan sefere Akşehirliler de katılmıştı.
            Bütün Hristiyanların koruyucusu oldu­ğunu ileri süren çar Petro Rus ve Rum halklarının kralı unvanını almış, para gön­dererek  Balkanlardaki  Hristiyanları ayak­landırma teşebbüslerine girişmişti. Rus ça­rının bu faaliyeti sonucu olarak Karadağ’­da bir isyan patlak verdi. Rusların Osmanlı devleti aleyhine giriştikleri ça­lışmalar Eflak ve Boğdan voyvodaları­nın da gizlice onlarla birleşmesini sağladı. Aynı şekilde Sırbistan ve Arnavutluk’taki Hristiyan halk da Osmanlı devleti aleyhine döndü. Çar Petro’nun faaliyetlerini yakın­dan takip eden Osmanlı devleti,  İşveç Kralı Karl XII’nin geri verilmesi hakkında ültimatom alınca durumun ciddiliğini kavradı.
            1710′da Padişah lll. Ahmed’in de hazır bulunduğu bir toplantıda daha fazla zaman kaybedilirse Rusların saldırısına uğrama ihtimalinin olduğu belirtildi. Barış taraftarı olan padişah bu durumdan sonra savaşa karar verdi.
             8 Şubat 1711 tarihinde eyaletlere savaş hazırlığına başlamaları emredilerek ordunun  Hızır günü yani 6 Mayıs 1711’de Edirne’de toplanacağı bil­dirildi. Bu arada Akşehir Sancak Beyi olan Kurt Mehmet Paşa’ya da Ordu’yu Hümayuna katılmalarını bildiren kesin hükümler geldi. Kısa zamanda sefer hazırlıklarına başlayan Kurt Mehmet Paşa, Akşehirli tımarlı sipahileri ve diğer askerleri topladı ve uzun bir sefere gidecekleri için yoğun bir hazırlık yapılmasını istedi.
            Yaklaşık bir aylık bir hazırlık dönemi sonunda baharın gelmesiyle yollar açılmıştı ve Nisan ayı başlarında Kurt Mehmet Paşa komutası altında Akşehirli askerler İstanbul’a doğru yola çıktılar.
            6 Mayıs 1711 tarihinde Çarşamba günü Akşehir Sancak Beyi Kurt Mehmet Paşa önderliğindeki Akşehirli askerler Kağıthane ile Eyüp arasında uygun bir yerde padişahın önünde bir geçit resmi yaptılar. Bu geçit törenini çok beğenen Padişah lll.Ahmet, Kurt Mehmet Paşa’ya rütbesine göre hi’latler giydirdi. Bir an önce Ordu’yu hümayuna gitmelerini sağlamak üzere yanlarına mübaşirler katıldı. Askerler Edirne’ye doğru yola çıktılar.
            Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa komutasında yaklaşık 120 bin kişilik ordu Edirne’de toplandı. Baltacı Mehmet Paşa, 120.000 kişilik bir orduyla Tuna'yı geçerek Eflak'a girerken, Osmanlı donanması da Karadeniz'e açıldı. Osmanlı kuvvetleri, Kırım Ordusunun da desteği ile Rus birliklerini Prut Nehri kıyısında Stanileşti kasabası yakınında çember içine aldılar. O an için kurtuluş imkânı bulunmayan Rus Çarı Petro, Moskova'ya bir mektup yazarak durumun zorluğunu ve ümitsizliğini anlattı. Çariçe I. Katerina araya girerek Osmanlı Devleti'ne barış teklifinde bulundu. Hem Kırım Hanı, hem de İsveç Kralı saldırıya geçilip Rus ordusunun yok edilmesini savunuyorlardı. Ancak Baltacı Mehmed Paşa, Deli Petro'nun ordusunun etrafını sarmışken, isyan belirtileri gösteren Yeniçerilere güvenmemesi nedeniyle barışı kabul etmiştir.
             22 Temmuz 1711'de taraflar arasında bir antlaşma yapılmıştır. Antlaşmanın imzalanmasından Sultan III. Ahmed de memnun olmuştu. Ancak ordusunu muhasaradan kurtaran Çar I. Petro'nun, vaatlerini yerine getirmemesi, sadrazama karşı İstanbul'da bir muhalefet grubunun oluşmasına yol açtı.
            Baltacı ile Katerina arasında ne tür bir ilişki kurulduğuna dair zaman içinde geniş kapsamlı söylentiler, tartışmalar ve literatür oluşmuştur. Ancak bilimsel anlamda yapılan araştırmaların, Prut Savaşı sırasında Baltacı ile Katerina arasında bir buluşmanın gerçekleşmediğini ortaya koyduğu söylenmektedir.
             Ordu ile Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa Eylül'de Edirne'ye geldi. 20 Kasım 1711'de III. Ahmet'in emriyle sadrazamlıktan azledildi. Sadrazamlıktan azledilmesinden sonra Baltacı Mehmet Paşa kalebentlikle Midilli adasına sürüldü. Ardından Temmuz 1712'de Limni adasına sürgüne gönderildi. Eylül 1712'de Limni adasında vefat etmiştir. 
            Akşehir Sancak Beyi Kurt Mehmet Paşa sefer sonrası görevden alınmıştı.  Yanındaki bir kısım Akşehirli asker geri döndü. Boşta kalan Kurt Mehmet Paşa’ya 16 Aralık 1713 tarihinde Akşehir sancağı tekrar verildi. Fakat 6 Nisan 1714 tarihinde Bozoklu Mehmed Paşa, Akşehir Sancak beyliğine atandı ve Paşa’nın Akşehir’deki görevi sona ermiş oldu.
Kaynaklar:
1-Silahdar Fındıklılı Mehmet Ağa (1969) Nusretname . Milli Eğitim Basımevi İstanbul.
2-Mehmet Süreyya Sicill-i Osmani. Tarih Vakfı Yayınları.