17 Nisan 2015 Cuma

ROMALI FİLOZOF CİCERO’UN AKŞEHİR YOLCULUĞU


Ro­ma­lı dev­let ada­mı… Ede­bi­yat­çı… Hu­kuk­çu… Akıl­cı… Ah­lak­çı… Fi­lo­zof… Cumhuriyet savunucusu Cicero, Anadolu’ya vali olarak gelirken yolu Akşehir’e (Philomelion) düşmüştü.
Milattan önce (M.Ö. 106) yılında Arpinumlu zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ‘Marcus Tullius Cicero’, yaşamı boyunca cumhuriyetçi ilkeler uğruna savaşmış ünlü Romalı devlet adamı, söylev ustası, avukat, edebiyatçı ve düşünürdür. Rodoslu Molon’un söylev sanatına ilişkin verdiği dersleri izleme olanağı bulan Cicero, M.Ö. 79’da üç yıl için gittiği Atina’da Ascalonlu Antiochos’un ve rhetor Demetrios’un derslerine katıldı. İyi bir eğitim alarak kendini yetiştiren Cicero’nun siyasal yaşamı planladığı gibi yürümedi. Başarısızlıklar ve hayal kırıklıkları birbirini izledi. İnişli çıkışlı bir siyasi yaşamında M.Ö. 56 yılında Pompeius, Caesar ve Crassus’un kurduğu yeni birliğe, önceleri tamamen karşı çıkmasına rağmen katıldı. Ancak inanmadığı düşünceleri fazla savunmak istemedi ve bütün kamu görevlerini terk etti. M.Ö. 51 yılında, Roma’dan uzaklaşmak için, Anadolu’nun Kilikya eyaletine bir yıl süreyle vali olarak atanmayı kabul etti.
Roma cumhuriyeti son yıllarında,  Anadolu’nun güney şehirlerinden bir birlik oluşturarak başkenti Laodikya (Laodicee)'da olan Kilikya eyaleti yönetimine verilmişti. Cicero, Asya'ya ümitle gelmişti. Ancak bu saha gerçekten yüzyıldan beri hiç gelişme gösterememişti. Bütün ümitleri kırılmıştı. Düşündüğü tek şey, Asya'da bir yıldan çok kalmamak olmuştur.

Anadolu’ya gelen Cicero, Efes'te yalnız bir gün kaldıktan sonra, 22 Temmuzda yoluna devam ederek Aydın {Tralles)' e gelmişti, yollardaki tozdan ve sıcaktan şikâyetçiydi.  31 Temmuzda da Denizli yakınlarındaki Başkent Laodikya (Laodicee)'ya ulaşmıştı. Karşılanmasında yapılan gösterilerden ve gösterilen saygıdan hiç etkilenmeyen Cicero, oraya varışının ilk gününde şöyle yazmıştır:
"Yaptığım mesleğimden, şu anda ne kadar bezgin olduğumu, tam olarak bilemezsiniz; benim için Laodicee'nin işleri hakkında hüküm vermek ve bu gurbette iki lejyonluk bir orduya kumanda etmek de güzel bir şereftir. Ben burada hiç rahat değilim; bir yıla kadar buradan çıkmama bir yol bulunuz."
Cicero, özellikle şehirlerin acınacak durumlarından etkilenmiştir; bunların istenen vergileri vermeye güçlerinin yetmediğini de milletvekilleri açıkça söylüyorlardı. Birçok adam mallarını satıyordu. Ciceron'un dediği gibi, zavallı şehirlerin, hakkıyla şikâyet edecek şeyleri vardı. Julia kanunu, vali ile emri altında olanlara, gerekli olan yiyecek ve hayvan yemini halktan ücretsiz ve peşin alma hakkını veriyordu. Cicero, bu yetkiden hiç yararlanmayarak odununa kadar parayla aldı. Bazen halka misafir olmayı kabul ederse de çoğunlukla kendi çadırında yatardı.
Yolculuğunu Anadolu'nun iç kısımlarına doğru uzatan Cicero, Şuhut (Synnada)'da üç gün kaldı;  Cicero’nun arkadaşına yazdığı mektubunda bu coğrafyayı ayrıntı veremeyecek kadar bilgisinin kıt; hatta ülkeyi çok az tanıdığı görülüyor.
 Şuhut’tan Akşehir (Philomelium)' e geçmek üzere yola koyuldu. Milattan Önce 51 yılı Ağustos ayı içerisinde Cicero,  Akşehir (Philomelium)’e ulaştı. Bu devirlerde Philomelion (Akşehir), Kilikya eyaletinin bir bölümüydü. Milattan önceki yüzyıllarda bu şehirden, büyük dağ yolu üzerindeki bir durak yeri olarak bahsedilir.
Akşehir’den yola çıkarak Konya (İconium) şehrine ve 31 Ağustos tarihinde buradan Kilikya'ya dönmek üzere Kapadokya'ya uğradı. Toros'un eteğinde, Kapadokya şehri olan Ereğli (Cybistra)'da durdu; Düşmanlarına karşı Kapadokya'yı savunmak için karargâhını burada kurdu. Bu şehirde on beş gün kaldı. Ordusuyla Toros'lara doğru ilerledi, düşmanlarını ezdi. O devirde Akşehir’in içinde bulunduğu Kilikya eyaleti bile Cicero’ya itaatkâr görünmüyordu. Cicero, bu üzüntü veren durumu görmekle beraber, yine o zayıf birliklerine gerçekten ehil bir kumandan olduğunu gösterdi. İsyancıları yönetimi altına aldı; kalelerini yaktı, yıktı.  Aslında, Cicero, ne hangi şehri aldığını, ne de hangi halkla savaştığını fazla biliyordu; şehrin adını saptırır, yendiği halkın adını bilmezdi.
            Bu yörelerde kaba ve yırtıcı insanlar kendilerini ne pahasına olursa olsun savunmaya hazırdı. Sürekli olarak silahlı idiler. Bunları yenen Cicero,  pek çok ganimet elde etti. Atlar dışında, ganimeti orduya bıraktı. 21 Aralıkta esirleri sattırdı, Cicero, ertesi yılın ortasına kadar Asya'da kalır, sadece hükümetinin işleri ile ilgilenir.
Üstlendiği kamu görevlerinde adil davranışları ve dürüstlüğüyle halkın sevgisini kazanan Cicero, aldığı söylev sanatı eğitimini iyiyi ve haklıyı savunmakta kullanırken haksızlık edenleri gözünü kırpmaksızın, üstelik olayla ilgili ayrıntıları abartarak ve söz oyunlarına başvurarak, mahkûm etmek için kullanmaktan hiç kaçınmamıştır. 
Cicero’nun günümüze ulaşan pek çok güzel sözleri vardır. İşte bunlardan birkaç tanesi:
·         Bir yerde yaşam varsa orada umut da vardır.
·         Bütün büyük işler, küçük başlangıçlarla olur.
·         En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir.
·         Geçmiş geçmişte kalmıştır, biz işimize bakalım!
·         Hayat yokuşunu tırmanırken rastladığınız insanlara iyi davranın; inişte yine onlara rastlayacaksınız çünkü.
·         Her canlı yalnız kendini sever.
·         Her şeyin başlangıcı küçüktür.
·         Herkes hata işleyebilir, yalnız ahmaklar hatalarında ısrar eder.
·         Malını kaybeden bir şeyini kaybeder, namusunu kaybeden birçok şeyini kaybeder, cesaretini kaybeden her şeyini kaybeder.
·         Sahip olduğundan fazlasını istemeyen insan zengindir.
·         Yarınlar yorgun ve bezgin kimselere değil, rahatını terk edebilen gayretli insanlara aittir
·         Roma neden yıkıldı?" sorusuna Cicero’nun cevabı: Çok ve güzel konuştuk, fakat bilgisizdik!


10 Nisan 2015 Cuma

NADİR’E MESCİT YAPTIRAN GÜZEL İNSAN: HÜRREM HATUN


Akşehir’e bağlı Atakent Mahallesine bir mescit yaptıran ve bu mescit için vakıf kuran Hürrem Hatun zamanında zengin ve nüfuzlu bir ailedendi.
Türkiye Selçuklu Devleti devrinde Akşehir, Konya’ya yakın olması ve verimli topraklarının bulunması nedeniyle her zaman Selçuklu hükümdar ailesinin ilgisini çekmiştir. Bu nedenle hükümdar’dan Akşehir ve çevresinden tımar ve ikta alan hükümdar yakınları Akşehir’de yaşamışlardır. Özellikle Nadir köyü sultan yakınlarınca en çok tercih edilen köydü.  Günümüzde Atakent Mahallesi olan Nadir köyü o devirde gelişmiş bir köydü. Yaşamı hakkında yeterli bilgi bulunmayan Hürrem Hatun, zengin, nüfuzlu ve hatırı sayılır biri olduğu için Selçuklu hanedandan olduğu kolayca tahmin edilebilir.
Hürrem Hatun Mescidi 1476 yılı kayıtlarında yer alması bu devirde mescidin var olduğunu ve uzun yıllar önce yapıldığı gösterir. Bu kayıtları ve Anadolu Selçuklu devletinin durumunu göz önüne alırsak Hürrem Hatun’un 13. Yüzyıl sonları ile 14. yüzyıl başlarında yaşadığını söyleyebiliriz.  Vakıf kayıtlarına göre Hürrem Hatun ailesi okumaya büyük önem vermektedir. Nadir’e bir kitaphane (Kütüphane) yaptırmışlardı. Ayrıca ailede Şeyh Ahmet, Ali Fakih gibi okumuş kişiler vardı. Bu da Hürrem Hatun’un eğitimli bir olduğunu göstermektedir. Zengin, nüfuzlu ve eğitimli Hürrem  Hatun Nadir Köyü’ne bir mescit yaptırmıştı. Bu mescit’in giderlerini karşılamak üzere Hürrem Hatun Mescidi Vakfı’nı kurmuştu. Bu vakfa sahip olduğu bağ ve bahçelerin gelirlerini vakfetmişti.
Fatih Sultan Mehmet zamanında Müslihiddin ve katip Kasım tarafından 1476 yılında yazılan defter kayıtlarına göre:
Nidir Köyünde Hürrem Hatun Mescidi Vakfı
Şeyh Ahmet bağı
Kütüphane yanında bahçe
Ali Dede Vakfı bağı
Bağ-ı Hasayık
Kutluca’da bahçe
Dere köyde yerler 12 sehimden bir sehimi’den toplam 140 Akçe gelir elde edilmekteydi.
II. Beyazid devrinde Murat Çelebi tarafından yazılan 1483 tarihli Karaman Eyalet Vakıf Defteri’ne göre:
Tasarrufu imamında olan Nadir Köyündeki Hürrem Hatun Mescidi Vakfı
Şeyh Ahmet Bağı senelik:30
Hüseyin Bağı  senelik:10
Kitaphane’nin yanındaki bağ senelik:30
Kutluca’daki bahçe senelik:10
Ali Fakih Vakfı bağı senelik:20
Bu kayıtlara göre yıllık gelir 100 akçe olmuş ve bu gelirleri harcama yetkisi mescidin imamına verilmişti. 1500 ve 1524 tarihlerinde 185 akçe, 1584 tarihinde ise 395 akçe gelir kaydedilmiştir.

Ayrıca 1530 Tarihli Ve 387 Numaralı Muhâsebe-i  Vilâyeti Karaman Ve Rûm Defteri’nde Nadir Köyü Hürrem Hatun Mescidi kaydına rastlanmaktadır.

2 Nisan 2015 Perşembe

TARİHTE BİR AKŞEHİR GÜZELİ: RANA HATUN


Akşehir’de yaşayan ve güzelliği mezar taşına işlenebilecek kadar fazla olan Rana Hatun’un pek çok marifeti vardı.
Akşehir Nasreddin Hoca mezarlığında bulunan ve Akşehir müzesinde saklanan mezar taşındaki bilgilere göre:
Rana Hatun,  Mehmet Bey’in kızıdır. Mayıs 1336 tarihinde vefat etmiştir. Çok güzel bir bayan olan Rana Hatun başında halen Akşehir köylerinde kullanılmakta olan kadın fesine benzer yuvarlak bir başlık bulunmakta, başlığın üzerine örtülen ince tül arka tarafta toplanmaktaydı. Hotoz denilen bu başlıkları o devirde genellikle kentli kadınlar ev içinde giyerdi. Saçları kâkül ve perçem dışında örter, değerli süsler, işlemeler, taşlar ya da tüylerle bezenirdi. Yandan elmas iğneyle tutturulurdu.
Rana Hatun’un yüzü resimde çok belirgin değildir. Buna rağmen cehresi yuvarlak, ağzı ve burnu küçüktür. Alnına inen saç perçemi çok belirgindir.
Giyinme tarzı hâlen Akşehir köylerinde yaşamaktadır. Rana Hatun, Akşehir’in geleneksel giysisi olan işlik-şalvar giymektedir. Bu giysiler yörede “şip” denilen parlak kumaşlardan dikilmekteydi. Şip, çözgüsü ince tel ve atkısı ipek olan bir kumaştır. İşlik,  yakası köşeli olup kare yakalıdır. Önü kruvaze kapamalı, kruvaze parçası aşağı doğru geniştir. Beden ve kol kesimi düz uzun kol ve düz beden kesimlidir. Kol ağızları 1-2 cm genişliğinde bir bant ile pilili olarak daraltılmıştır. Boyları, belden biraz uzun giysilerdir.  Şalvarlar oldukça geniş ende ve giyecek kişinin boy uzunluğuna göre hazırlanan dikdörtgen biçiminde beli ön ve arka ortadan uçkur için yırtmaçlı, belleri uçkurlu ve yanları dikişten açılan cepli, paçaları düz, oyuntusuz geniş ve kumaş katı ağları olan geleneksel giysi çeşitlerinden birisidir. Ağır kumaşlardan hazırlananlar düğün törenlerinde giyilirdi.
Rana Hatun, şalvarın üzerine altın ve gümüşten yapılan, tokası oldukça abartılı süslü kemer takmıştır. Ayağa giyilen  eğrilmiş yünden örülen çoraplara desenler işlenmiştir. Sokağa çıkarken ayağa siyah kıl ve yünden yapılan çarıklar giyilirdi. Rana Hatun’un oturuş şekli elbisesinin kıvrımları vücut hareketlerinin tüm detayları en ince noktasına kadar kıvrımlarla belirtilerek işlenmiştir. Bu giyinme tarzı Akşehir için pek orijinal bir örnektir.

Güzel ve iyi giyimli Rana Hatun’un mezar taşındaki resminde gergef işlediği görülmektedir. Gergef nakış işlemede kullanılan bir tezgahtır. İnce işlemeler için kullanılmaktadır. İki kısa kenar ve dört çıtadan oluşmaktadır. Sökülüp takılması taşınması kolay bir alettir. Gergef tezgâhında herkesin işleme yapamayacağı bunun için özel yetenek ve bilgi istediği bir gerçektir. Genç kızların bu tezgahta dokunan işlemeleri çeyizlerine katmak istemeleri bu işi yapan kimseleri ön plana çıkarmaktadır. Bu işlemeler için özel siparişler vermeleri o insanlara özel bir konum kazandırmaktadır. Yani Rana Hatun bir gergef dokuma ustasıdır. Yaptığı çeyizlerden para kazanmıştır.
1476 yılı Vakıf kayıtlarından anlaşıldığına göre; Rana Hatun kazançları ile sahip olduğu ev ve bahçeyi Hacı Ramazan Şirvani Mescidi Vakfına vakfetmiştir. Bu da Rana Hatun’un güzelliği yanı sıra cömert bir kişiliğe sahip olduğunun göstergesidir.
1800’lu yıllarda Akşehirli Şair Raşid yüzyıllar önce yaşayan Akşehirli güzel Rana Hatun’a  şu şiiri ile bir sitem göndermektedir:
“Müptela oldum bu gün bir dilber-i Rana’ya ben
Kalmayub sabra mecal olmuşum bir aya ben
Şuh reftar-i hoş çok dilbere meyl ettim
Düşmedim alemde böyle afet-i yektaya ben
Herkesi bir güne eyleyub memnun ider,
Bende oldum bi-irade ol yüzü hüsnaya ben
Bahr-ı umman, muhabbet icre gavs olmuşum

Dalmamış idim Raşida böyle bir deryaya ben”