2 Temmuz 2018 Pazartesi

İLK TÜRK YAPIMI NASREDDİN HOCA FİLMİ

Türk kültürünün ve geleneğinin en önemli mizah ustalarından ve bilgelerinden biri olan Nasreddin Hoca ile ilgili ilk Türk filmi 1943 yılında çekilmişti. Eğlence gösterileri şeklinde çekilen “Nasreddin Hoca Düğünde” filminin bir bölümünde Nasreddin Hoca fıkraları canlandırılıyordu.
Bu filmin senaryosunu Burhan Felek yazmıştı, senaryoda Nasreddin Hoca fıkralarından faydalanılmıştı. İlk olarak "Nasrettin Hoca Düğünde” Burhan Felek'in Nasrettin Hoca'nın"Hocanın Karısıyla Dilsiz Oyunu", "Sofrada Çorbadan Ağzı Yanması", "Kul Taksimi/Allah Taksimi" gibi fıkralarından derlediği özet şeklinde senaryodan oluşan bir film olarak düşünülmüştü.
1940 yılında yönetmen Muhsin Ertuğrul  “Nasreddin Hoca Düğünde” filmini çekmeye başlamıştı. Müzik direktörlüğü Sâdeddin Kaynak yapıyordu. Bu filimde Nasreddin Hoca’yı tiyatrocu Hazım Körmükçü oynarken karısı rolünde ise Necla Sertel rol alıyordu. Nasreddin Hoca rolünü oynayan Hazım Körmükçü'nün rahatsızlanması üzerine filme uzunca bir süre ara verilir. 1943 yılında Ferdi Tayfur yönetiminde film bitirilebildi.
Filmin konusu ise; sünnet düğünü nedeniyle bir araya gelen tanıdıklar dans edip eğlenirken, sünnet çocuğunun Nasreddin Hoca fıkraları istemesi üzerine, birisi Hoca fıkraları anlatır. Hazım Körmükçü'nün canlandırdığı Nasreddin Hoca bölümü ardından, filmde sünnet düğünü gününe dönülür. Saadettin Kaynak, Müzeyyen Senar ortaya çıkarlar. Karagöz oyunu: "Karagöz'ün Şairliği"; orta oyunu "Kanlı Nigar" ve ünlü sihirbazımız Zati Sungur'un illuzyon numaraları perdeye gelir. Sonra da Ferdi Tayfur, sinemada dublajlarını(seslendirmelerini) yaptığı ünlü Amerikalı komedyen Laurel (Lorel) ile Hardy (Hardi) kuklalarıyla onları taklit edip sünnet çocuğunu ve davetlileri eğlendirir.
Bir eğlence filmi olan “Nasreddin Hoca Düğünde” oyuncu olarak Hazım Körmükçü, Necla Sertel, Sait Köknar, Reşit Gürzap, Kani Kıpçak, Sami Ayanoğlu, Yaşar Özsoy, Sait Kaya, Müfit Kiper, Şükriye Atav, Muazzez Arçay, Reşit Baran, Sadettin Kaynak, Müzeyyen Senar, Zati Sungur, Ferdi Tayfur ve Halit Akçatepe oynamıştır. Bu filmde Halit Akçatepe henüz 5 yaşında idi ve ilk kez kamera karşısına geçmiş olduğu filmdir.
İpek Film stüdyosunda siyah-beyaz olarak çekilen filmin görüntü yönetmeni Cezmi Ar idi. İlk olarak 16 Mayıs 1943 tarihinde sinemada oynamıştı. Çekilen Nasreddin Hoca Fıkralarını seyreden senaryosunun yazarı Burhan Felek “İlk fıkralardan bir ikisi çekildikten sonra görmek üzere beni çağırdılar. Doğrusu beğenmedim. Bu sahneler kahvede Hoca’ya altın bozdurdukları ve alacaklıların gelip para bozdurduğu fıkralardı. Beğenmedim. Çünkü sahne tamamıyla ölü ve hareketsiz olmaktan başka artistler de konuşacakları şeyleri ezberlemediklerinden hadise ile münasebet almayacak sözler söylüyorlardı.” şeklinde yazmıştı.
Müzik direktörlüğünü yapan Sâdeddin Kaynak, bu film için Karcığar makamındaki“Serçeler Oynaşıyor, Kanları Kaynaşıyor” ve Acemaşîran makamındaki “Merhem Koyup Onarma Sînemde Kanlı Dağı” mısraları ile başlayan eserleri bestelemiş ve Müzeyyen Senar’da filmde hem rol almış hem de eserleri yorumlamıştır. “Nasreddin Hoca Düğünde”filminde Müzeyyen Senar’ın Acemaşîran Beste’yi seslendirdiği sırada saz sanatçılarını yöneten kişi olarak bestekâr Sâdeddin Kaynak’ta rol almıştı. Bu filimde Müzeyyen Senar’ın söylediği Fuzuli’nin şiirinden alıntı yapılan
            “Merhem koyup onarma sînemde kanlı dağı
            Söndürme özlerinle yandırdığın çerağı
            Zülfü siyeh senemler olmuş senin esirin
            Aşkında her birinin öz zülfü boynu bağı
            Devran havadisinden yoktur korkumuz Fuzûlî
            Dâr-ı emânımızdır meyhaneler bucağı”  kısmını Sâdeddin Kaynak bestelenmişti.
            “Nasreddin Hoca Düğünde” filmi sünnet ve düğün sahneleriyle şarkılar, taklit ve illüzyon numaraları da eklenmek suretiyle, bizzat Ferdi Tayfur'un ifadesiyle, film sonradan bir "İpek Film Melody" olmuştu.

1466 YILINDA DOĞANHİSAR’DA KULLANILAN TAKMA ADLAR

Osmanlı Devleti, Akşehir’i ülkesine kattığı yıllarda Akşehir’in bütün köyleri dolaşılarak aile reisleri kayıt altına alındı.  “Mufassal Defter” olarak tabir edilen bu defterlerde biri olan 1466  tarihli de Doğan Hisarı, Akşehir’in bir köyü olarak kayıt edilmiştir. Bu köyde pek çok kişiye isimlerinin yanı sıra lakaplar(takma adlar) takılmıştır.
            Takma ad, bir kimseye, bir aileye kendi adından ayrı olarak sonradan takılan, o kimsenin veya o ailenin bir özelliğinden kaynaklanan bir addır.  Bu adlar bir kimsenin fiziksel bir özelliğine atfen verilmiş olabileceği gibi yaptıkları işlere atfen de verilmiş olabilir. Bu takma adlar kişinin asıl adıyla birlikte söylendiği gibi asıl adın yerini tamamen alanlarda vardır.
            “Yiğit namıyla anılır” diyen atalarımız lakaplarını gururla taşımıştır. Bu lakaplar o devirde soyadı olmadığı için aynı adı kullanan diğer kişilerden ayırt etmekte kullanılmıştır. Nitekim bazı aileler soyadı kanunu çıkınca lakaplarını soyadı olarak almışlardır.
            1466 yılı kayıtlarına göre Doğan Hisar’da yaşayanlara verilen takma adlar şunlardı:
            1-Erik: Ufak tefek olmasından dolayı Selahattin oğlu Hamza’ya söylenen bir lakaptı.
            2-Şükran: Bir asker olan İvaz’a yaptıklarına karşılık teşekkür amacıyla Şükran İvaz denmiş idi.
            3-İplik: Dokumacılık yapan ve çok zayıf olan Mehmet’in oğlunun adının yerini almıştı.
            4-Kara: Esmer ve ya Arap kökenli olan Mahmut’a, Yusuf’a, Hasan’a, Abdullah verilmiş bir lakap idi.
            5-Baba: Belli bir ağırlığı ve karizması olan Hıdır’a verilmiş bir takma ad idi.
            6-Beglü: Bir asker olan kişinin resmi adının yerini almıştı.
            7-Çıtak: Kavgacı olan ve şehre yakın yerlerde yaşayanlar için kullanılan bu kelime Çıtak Sevindik’e verilmişti.
            8-Dur: Habip oğlu Hasan’a verilen bir takma ad idi.
            9-Emir: İvaz’ın babası Emir Yusuf köydeki amirlerden biri idi.  Diğerleri ise Emir Ali ve Emir Hacı idi.
            10-Hoca: Din eğitimi alan ve öğretmenlik yapan Mağden oğlunun adının yerini almıştı. Yine köyde Hoca Ahmet vardı.
            11-Güllük :At besleyerek geçimini sağlayan Mustafa’ya verilmişti.
            12-Komari: Hoca Ali’ye takılan bir lakap idi.                                   
            13-Gazi:  Bu lakap savaşta yaralanan Sevinç’in oğlunun adı yerine kullanılıyordu.
            14-Kör: Bu takma ad dul bir bayan olan Aişe’ye halk tarafından verilmiştir.
            15-Hacı: Kutsal topraklara giden Hisar oğlu Bekir’e, Abdül oğlu Mehmet’e ve Hisar oğlu Mehmet’e bu lakap takılmıştı.
            16-Fakih: İslami hukuk alanında yetişmiş olan Ömer’e Ömer Fakih Hatip diye sesleniyorlardı. Yine  Mehmet oğlu Yakup’a ve Yağsanub’a da Fakih deniliyordu.
            17-Tirkemiş: Doğan Hisar’da yaşayan çiftlik sahibi Yusuf oğlu olan Tirkemiş aslen Burdurlu idi. O devirde Burdur’un adı Tirkemiş olduğu için memleketinin adı ile anılıyordu.
            18-Germiyan Fakih:  Yarım çiftlik sahibi Germiyan Fakih aslen Kütahyalı idi. O devirde Kütahya’nın adı Germiyan olduğu için memleketinin adı ile anılıyordu.
            19-Nücusetlü: Toprak sahibi olan babasının yanında yaşarken evlenen Yusuf’un babasına verilen takma ad idi.
            20-Ahi: Bir esnaf kuruluşu olan Ahiliğe üye olan Ahi Osman oğlu Ahi Yusuf Doğanhisar’da yaşıyorlardı.
            21-Bülüclü: Büyük bir olasılıkla tavuk beslemesi nedeniyle Hamza’ya bu lakap takılmıştı.
            22-Şaşı: Yarım çiftlik sahibi olan Ahmet’e gözlerindeki bozukluk nedeniyle Şaşı Ahmet deniliyordu.
            23-Demirci: Demir işleri yapan Ahmet’e verilen bir takma ad idi.
            24-Şeyh: Bir tarikatın kollarında en yüksek aşamaya ulaşmış bulunan Hamza’ya Şeyh deniliyordu.
            25-Kozağaçlı:  Kozağaçlı olduğu için Kozağaçlı oğlu Bulduk olarak anılıyordu.
            26-Papazoğlu: Doğanhisar’da o devirde Hıdır’a Papazoğlu deniliyordu.
            27-Tabak:  1466 yılında dericilik yapan Tura’ya bu takma ad verilmişti.
            28-Büyüklüoğlu: Günümüz söylenişi ile Bıyıklıoğlu Temur Han’a deniliyordu.
            29-Müezzin: Camide ezan okuyan Ümmet’e Müezzin adı takılmıştı.
            30-Haşhaşoğlu: İne Beği’nin babası Haşhaş yetiştirdiği için o devirde ona Haşhaşoğlu deniliyordu.
            31-Geyik: Asker olan Dura Beği’nin oğlunun adının yerini alan bir takma addır. Boş muhabbetleri seviyormuş.
            32-Papuccuoğlu: Babası ayakkabı yapan Ahmet’e  bu ad verilmişti.
            33-Dam Yakan: Asker Mehmet yaptığı bir eylemden dolayı halk tarafından bu takma adla çağırılıyordu.
            34-Ökesoğlu: Babası Akşehir’e bağlı Ökes köyünden olduğu için İshak bu adla anılıyordu.
            35-Aşçı: Emir Hacı’nın oğluna yemek yaptığı için Aşçı deniliyordu.
            36-Değirmencioğlu: Değirmen işleten babasından dolayı Dur Ali’ye bu takma ad verilmişti.
            37- Sofu: Dinine sıkı sıkıya bağlı olan Süleyman’a Doğan Hisar’da Sofu Süleyman diyorlardı.
            38-Çandır:  Melez olan Ahmet’e takılan bir addı.
            39-Çakıroğlu: Renkli gözlü olduğu için Ahmet’e Çakıroğlu deniliyordu.
            40-Çölmekçi: Çölmek yapan İvaz’a köylüler böyle sesleniyorlarmış.
            41-Gül: Süvarioğlu İvaz’a iyi giyiminden dolayı bu takma ad verilmişti.

YÖRÜKLERİ AKŞEHİR’E YERLEŞTİREN YÖNETİCİ: ÖMER PAŞA

Yıllarca şakiler tarafından haraca bağlanan Akşehir’e 1726 yılında itibaren yönetici olarak Ömer Paşa gönderilmişti.
            Ömer Paşa, Bozoklu’dur(Yozgatlı). Tokmak Hasan Paşa’nın oğludur. Aslen Çerkez idiler. Babası Hasan Paşa’nın kardeşi Çerkes Mehmet Paşa idi. Yozgat’ın Şefaatli ilçesinin Paşaköy kasabasını kurmuşlardı. Bu köye hem bir Cami hem de bir zaviye yaptırmışlardı. Bunlar Amasya taraflarından gelmişlerdir ve yönetici olarak Amasya’yı ellerinde tutuyorlardı. Bu aile mensupları Tokmak Hasan Paşazadeler diye idari tarihimizde etkin rol oynamışlar, Bozok Sancağındaki güçlü ayanlar arasında yerlerini ve ağırlıklarını korumuşlardır. Ömer Paşa’nın babası Tokmak Hasan Paşa, Paşaköy’de vefat etti ve buraya defnedildi. 
            Ömer Paşa’nın amcası Çerkeş Mehmet Paşa, Halep Valisi olmuş ve vezirlik yapmış ve bilahare zamanın sadrazamı kendisini idam ettirmiştir.
            Tokmak Hasan Paşazade Ömer Paşa, Saray tarafından bölgenin eşkıyalarından temizlenmesinde Çapanoğlu Ahmed Paşa'nın yanında görevlendirilmiş idi. Gösterdiği başarı ve cesaret dolayı Mirimiran (Beyler Beyi) unvanını kazandı.
            Beyler Beyi Ömer Paşa, 1726 yıllarında Akşehir’e mutasarrıf olarak gönderilmişti. Akşehir’de göreve başlayan Ömer Paşa, İshaklı Nahiyesi'ne tabi Akkoyunlu Karapınar karyesi ve ona bağlı yerlerin timarı hakkında düzenlemeler yaptı.
            Bu devirde bütün Anadolu’da olduğu gibi Akşehir’de de Yörükler göçebe hayatı yaşıyorlardı. Kışları düze iniyorlar, yazları ise hayvanları ile Sultan dağlarına çıkıyorlardı. Aynı devirlerde Konya’nın bütün ilçelerini eşkıyalar basıyordu. Halkı soyup soğana çeviriyorlardı. Akşehir’de “Dağlardelisi” ismi ile meşhur olan bir eşkıya 1726 yılından 1732 yılına kadar Akşehir ve çevre ilçelerini basıyor, halkı canından bezdiriyordu. Ömer Paşa’nın telkinleri ile bu kişi 1732 tarihinde Padişahın yanına giderek af istemeye karar verdi. Nitekim İstanbul’a gitti fakat padişah tarafından idam edildi.
             Yönetici Ömer Paşa, eşkıyalığın sona ermesi için Yörüklerin yerleşik hayata geçmesi gerektiğine inanıyordu. Çünkü eşkıyalar dağlardaki Yörüklerin arasına karışıyorlardı. Bunu padişah 1. Mahmut’a sunmuştu. Padişah bunun üzerine 1732 tarihinde Teke, Hamid, Beyşehir, Alanya ve Akşehir Yörüklerinin uygun yerlere yerleştirilmesi yani iskan edilmesi için bir ferman çıkardı. Akşehir’de  Yörükler çeşitli köylere ve şehir merkezine yerleştirilmeye başlandı. Ancak Yörükler bunu kolay kabul etmediler.  İlk fırsatta dağlara çıktılar. Hatta bu dönemde şairin dediği gibi:
            “Belimizde kılıcımız kirmani
            Taşı deler mızrağımın temreni
            Hakkımızda devlet vermiş Fermanı
            Ferman padişahın dağlar bizimdir” der gibiydiler….
            Dolayısıyla bu Yörük iskânı çok başarılı olamamıştı.
            Akşehir yöneticisi olan Ömer Paşa zamanında Atçeken Türkleri tarafından başta Adsız çayırı olmak üzere farklı yerlerde At besleniyordu. Bu atlar menzilhane’de kullanılıyordu.      Menzilhane, Osmanlı Devleti’nde ulaşım ve haberleşme esnasında orduların, kervanların, ulakların ve devlet görevlilerinin belirli bir mesafe kat ettikten sonra geceyi geçirmek, at değiştirmek veya  dinlenmek için konakladıkları yerlere deniliyordu Akşehir de büyük bir menzilhane idi. 1732 yılında  Akşehir Menzilhânesi’nden Payas tarafından gelen hazine için 40, Halep’ten gelen hazine için 14, Humus taraflarından gelen hazine için 26, İçil ve Sayda taraflarından gelen hazine için de 15 adet menzil beygiri istihdam edilmişti.
            Ömer Paşa’nın Akşehir yöneticiliği ne zaman bittiği bilinmiyor. Ancak 20 Eylül 1745 tarihinde Amasya mutasarrıfı oldu. 15 Haziran 1757 tarihine kadar bu görevi yerine getirmiştir.

AKŞEHİR’DEN KIBRIS’A SÜRÜLEN AİLELER

Osmanlı Devleti adanın fethini müteakip adanın iskân ve şenlendirilmesi adına sürgün politikasını tatbik etmiş, Anadolu’nun birçok yerinden olduğu gibi Akşehir sancağından da uygun görülenler adaya gönderilmiştir. Akşehir sancağından sürgün olarak kaydedilenlerin profilleri incelendiğinde önemli sayıda ailenin gönüllü olarak kendilerini sürgün yazdırdıkları görülmektedir. Bu ailelerin reisleri kayıt altına alındı. Ailelerin çocukları hakkında bilgi verilmemektedir.
            Karaman eyaletine tâbi kazalardan sürgün edileceklerin listesini ihtiva eden Başbakanlık Osmanlı Arşivi Kamil Kepeci Tasnifi Mevkufat Kalemi 2551 numarada kayıtlı 1572 tarihli defterde toplam 12 kazadan 1682 hanenin sürgün yazıldığı tespit olunmuştur. Ailelerin kazalara dağılımına göre Akşehir’den 122 aile yazılmıştır. Bu ailelerin köylere göre dağılımı şöyledir:
            1-Akşehir merkezden: Suç işleyen Mehmet oğlu Ali, Mustafa oğlu İlyas ve Seydi Ali oğlu Lütfi, Kıbrıs’a gönderildi.
            2-Gürnas köyünden: Mesleki olarak dörtte bir oranında alınan kişilerden Aydın oğlu Abdi ve dışardan gelip katılanlar Ömer Seydi oğlu Hüseyin, Şah oğlu İbrahim, Yusuf oğlu Recep, Ahmet oğlu Kondulu ve Suç işleyen Ali oğlu Mustafa, Mustafa oğlu Recep ve defter harici yazılan Cemil oğlu  Yusuf,  Kıbrıs’a sürüldüler….
            3-Gede köyünden(Doğanhisarı’n bir mahallesi): Mesleki olarak dörtte bir oranında alınan kişilerden Hasan oğlu Divane Yusuf,  Kıbrıs’a sürgün edildi.
            4-Altuntaş köyünden: Mesleki olarak dörtte bir oranında alınan kişilerden Emir Ali oğlu Dur Ali ve hariçten gelen suç işleyen Kayhan oğlu İshak ve dışardan gelip katılan Bayram oğlu Mahmut,  Kıbrıs’a gönderildi.
            5- Ortaköy köyünden: Mesleki olarak dörtte bir oranında alınan kişilerden Yunus oğlu Abid ve suç işleyen Bayram oğlu Kaya, Kıbrıs’a sürüldüler.
            6- Karabulut köyünden: Kendi isteği ve rızası ile Nebi oğlu Durmuş, Abdullah oğlu Yusuf ile liste dışı gelen Abdullah oğlu Hoca ve deftere yazılı olanın dışında Abdullah oğlu Nasuh, Hüseyin oğlu Seydi Ali, yine suç işleyenlerden Erdoğdu oğlu Şükrullah,  Kıbrıs’a gönderildi.
            7- Ağ-Ayid (Üçhüyük köyü) köyünden:  Defter dışı dışardan gelip katılanlardan Ahmet oğlu Ahmet ve Kadem oğlu Hüseyin Hoca, Kıbrıs’a yerleştirildi.
            8- Doğanhisar köyünden: Kendi isteği ve rızası ile Safer oğlu Gülşeni, Mustafa oğlu Bayezid, Hüseyin oğlu Hüdaverdi, Ali oğlu Nebi, Hüseyin oğlu İsmail, Kalfa oğlu Yusuf, Seydi oğlu Ramazan ve Suç işleyen Nebi oğlu İshak ve hariçten gelen Eber oğlu Nebi ve bozgunculuk çıkaran İlyas oğlu Emreşah, Kıbrıs’a sürgün edildiler.
            9- Durakçı köyünden: Kendi isteği ve rızası ile Cafer oğlu Ahmet, Kıbrıs’a gönderildi.
            10-Değiş köyünden: Kendi isteği ve rızası ile Hamza oğlu Abdurrahman, Kıbrıs’a yerleştirildi.
            11-Azarı (Gözpınarı) köyünden: Akşehir’de suç işleyen İsmet Oğlu Emreşah, Şahraman oğlu Bayram, Kıbrıs’a sürüldüler.
            12-Yunuslar köyünden: Mesleki olarak dörtte bir oranında alınan kişilerden Halil oğlu Ahmet, Kıbrıs’a gönderildi.
            13-Dipi köyünden: Suç işleyen Hacı Baba oğlu Genç Arslan ile kimsesiz olan İbrahim,  Kıbrıs’ta iskan edildi.
            14- Reis köyünden: Kendi isteği ve rızası ile Dur Ali oğlu Ahmet ve suç işleyen Memi oğlu İsa ve liste dışı gelen Siyah oğlu Mustafa, Kıbrıs’a sürgün edildiler.
            15-Burhan köyünden: Kendi isteği ve rızası ile Hacı oğlu Ali, Liste dışından gelen Veli oğlu Arslan, Sinan oğlu Bayram Kethüda, İsmet oğlu Derviş, Ali oğlu Şahkulu, Kıbrıs’a gönderildiler.
            16-Yaka Yahsiyan (Değirmen köy) köyünden: Köyde suç işleyen şaki Aydoğmuş oğlu Gündoğmuş, Yavaş oğlu Aydın, Kıbrıs’a sürüldüler.
            17-Ağrıs köyünden: Kendi isteği ve rızası ile Hüseyin oğlu Ali, Ömer oğlu Hamza, Kıbrıs’a gönderildiler.
            18-Yazı Yahsıyan (Gölçayır köyü) köyünden: Köyde suç işleyen şaki Mevlamverdi oğlu Hacı, Orhan oğlu İshak, Recep oğlu Nasuh, Umur oğlu Kasım, Sefer Şah oğlu Seydi Ali  ve defter harici yazılan Ömer oğlu İlyas, Kıbrıs’a sürgün edildiler.
            19-Çakırlar köyünden: Köyde suç işleyen Said oğlu Hacı, Recep oğlu Hüseyin, Kıbrıs’a sürüldüler.
            20-Milyas (Söğütlü köyü) köyünden: Köyde suç işleyen Seydi oğlu Ali, Kıbrıs’a sürgün edildi.
            21-Muarrif (Alanyurt Köyü) köyünden: Kendi isteği ve rızası ile Ali oğlu Halil,Balı oğlu Çatak Ali, Kara Emre oğlu Derviş, Hoca Ahmet oğlu Musa, Nasuh oğlu Togay  ve suç işleyen Seydi Ali oğlu Divane Ali,  Kıbrıs’a iskan edildiler.
            22-Ulupınar köyünden: Suç işleyen Yörükçü oğlu Ali Balı, Kıbrıs’a sürgün edildi.
            23-Manahoş köyünden: Defter dışı dışardan gelip katılanlardan Cafer oğlu Halil, Hamza oğlu Dede Balı,  Kıbrıs’a yerleştirilmişlerdir.
            24- Bekren köyünden: Köyde suç işleyen Resul oğlu Halil ve kendi isteği ve rızası ile Yusuf oğlu Mehmet, Kıbrıs’a gönderildiler.
            25- Absarı (Yazla Köyü) köyünden: Listede olmayıp dışardan gelen Nasuh oğlu Hamza ve kendi isteği ve rızası ile Hoca Sufi oğlu Musa, İbrahim oğlu Nebi ve suç işleyen Hüseyin oğlu Pir Ahmet, Kıbrıs’a iskan edildiler.
            26- Eğrigöz (Doğrugöz) köyünden: Köyde suç işleyen Hüseyin oğlu Hasan, Mustafa oğlu Ramazan ve kendi isteği ve rızası ile Yetilmiş oğlu Rıza ve Defter dışı dışardan gelip katılanlardan Abdi oğlu İsmail, Kıbrıs’a sürgün edildiler.
            27-Monas (Kuruçay Mahallesi) köyünden: Kendi isteği ve rızası ile Veli oğlu Budak, Kıbrıs’a gönderildi.
            28-Elfiras (Ilıca köyü) köyünden: Defter dışı dışardan gelip katılanlardan Abdullah oğlu Haydar, Kıbrıs’a iskan edildi.
            29-Ağ-in köyünden: Köyde suç işleyen Mümin oğlu Cafer, Kıbrıs’a sürüldü.
            30-Seydi köyünden: Köyde suç işleyen Hasan oğlu Hızır Balı, Nebi oğlu Sarıgazi, Kıbrıs’a sürgün edildiler.
            31-Koçaş köyünden: Köyde suç işleyen Ömer oğlu Cemre, Ali oğlu Divane Sevindik  ve kendi isteği ve rızasıyla Ömer oğlu Sefer,  Kıbrıs’a gönderildi.
            32-Karaöyük köyünden: Kendi isteği ve rızasıyla Mustafa oğlu Davut ve köyde suç işleyen Abdurrahman oğlu İlyas  ve liste dışından gelen Kaftan oğlu Musa, Kıbrıs’a sürgün edildiler.
            33- Nadir (Atakent köyü) köyünden: Listede olmayıp dışarıdan katılanlardan Hacı oğlu Kasım, Veli oğlu Karagöz, Bekir oğlu Mahmut, Mehmet oğlu Mahmut, Veli oğlu Sinan, Veli oğlu Murat, Veli oğlu Yakup ve Köyde suç işleyen Kayser oğlu Mahmut, Kıbrıs’a iskan edildiler.
            34-Saraycık köyünden: Listede olmayıp dışarıdan katılanlardan Abdullah oğlu İbrahim, ve suç işleyen Kasım oğlu İsa Balı, Kıbrıs’a gönderildiler.
            35-Boğaz Saray köyünden: Listede olmayıp dışarıdan katılanlardan Abdullah oğlu Merdumşah, ve Kendi isteği ve rızasıyla Yahya oğlu Sefer, Kıbrıs’a gönderildi.
            36-Gaziler köyünden: Defter dışı dışardan gelip katılanlardan Kızılbaşoğlu ve Davut oğlu Osman, Kıbrıs’a sürgün gönderildiler.
            37-Gerepolid köyünden: Memi oğlu Derviş, Kıbrıs’a gönderildi.
            38- Kemer köyünden: Kendi isteği ve rızasıyla Süleyman oğlu İlyas, Kıbrıs’a iskan edildi.
            39-Karaaslan köyünden: Köyde suç işleyen Abdi oğlu İsmet, Kıbrıs’a sürgün edildi.
            40-Abdulcelil köyünden: Köyde suç işleyen Mehmet oğlu Kara Bayezid, Kıbrıs’a sürüldü.
            41-Kızılca köyünden: Köyde suç işleyen Sinan oğlu Pir Gaib, Kıbrıs’a sürgün edildi.
            42-Gönence köyünden: Defter dışı dışardan gelip katılanlardan Mehmet oğlu Saruhan ve suç işleyen Hacı oğlu Sevindik, Kıbrıs’a gönderildi.
            43-Öziler köyünden: Köyde suç işleyen Piri oğlu Mansur, Kıbrıs’a sürgün edildi.
            44- Dere (Derecine-Sultandağı) köyünden: Listede olmayıp dışarıdan katılanlardan Okçu oğlu Mehmet, Kıbrıs’a gönderildi.
            45-Silind (Uncular-Doğanhisar) köyünden: Köyde suç işleyen Süleyman oğlu Mehmet, Kıbrıs’a sürüldü.
            46- Çabişlü köyünden: Emre oğlu Turhan, Kıbrıs’a gönderildi.
            47-Karaağa(Doğanhisar’a bağlı) köyünden: Suç işleyen Hacı oğlu Veli, Kıbrıs’a sürüldü.
            48-Çepni köyünden: Suç işleyen Süleyman oğlu Veli, Kıbrıs’a sürgün edildi.
            49- Kızılviran (Kızılören-Meram) köyünden: Kendi isteği ve rızasıyla Yılgan oğlu Yahşi, Kıbrıs’a gönderildi.
                Osmanlı Devleti bu uygulaması ile hem Anadolu toprakları üzerinde huzur ve asayişi sağlamayı hedeflemiş, hem de Kıbrıs adasının iskân ve şenlendirilmesini amaç edinmiştir.

AKŞEHİR HAMMAL ALİ MEDRESESİ’NİN HİKÂYESİ

Akşehir’in tapu kayıtları, vakıf defterleri ve diğer tarihi kaynakları araştırıldığında Akşehir Hammal Ali Medresesi’nin şöyle bir öyküsü ortaya çıkıyor:
            Hammal Ali,  Akşehir’de 1400’lü yılların başında dünyaya gelmişti. Fakir bir ailenin çocuğu idi. Ali ince, zayıf olmasına rağmen müthiş bir kuvvete sahip idi. Elleri, kolları tahta gibiydi. En ağır yükleri kaldırırken bana mısın demezdi. Bunun üzerine çalışması için Takyacıyan (Odun) Pazarı’nda bulunan bir oduncuya verilmişti.
            O devirde Akşehir’de Tahıl pazarı, Kağnı pazarı, At pazarı, Balık pazarı ve Odun pazarı gibi pazar yerleri vardı. Pazar yerlerinde karşılıklı dükkanlar bulunurdu. Bu pazarlardan biri olan Takyacıyan (Odun) Pazarı’nda genellikle üzüm kütüğü ve çalıları satılırdı.
            Akşehir üzümü tarihi öneme sahip idi. Her taraf üzüm bağlarıyla doluydu. Sultandağı etekleri, Kozağaç, Eğrigöz, Nadir, Yenice, Bürcek köyleri gibi pek çok yerlerde üzüm bağları vardı. Bağlarda belli zamanlarda budama ve kuruyanları temizleme işlemleri yapılırdı.
            Bağını budatmak ve kuruyanları köklemek için bağ sahipleri Takyacıyan pazarına gider, bir oduncu ile anlaşırlardı. Zamanı gelince oduncunun çalışanları bu bağa giderler, budama işlemini yapar. Kuruyanların toprağını kazarak kökünü sökerlerdi. Çıkan odun ve çalıları toplar, oduncu dükkânına götürüp satarlardı.
            Akşehirliler, güz mevsiminde kışlık hazırlıklarına başlarlardı. Evin yakınlarındaki dam denilen yerde asma çırpısı ve kütüğü ile yer ocakları ve fırınlar yakılırdı. Önce pideler ve börekler yapılır, yenirdi. Kışa hazırlık için ekmekler (şepitler) pişirilirdi. Sonra ateşte üzüm pekmezleri ve çeşitli reçeller kaynatılırdı. Tarhanalar, salçalar yapılıp kurumaya bırakılırdı.
            İşte bu damda yakılan asma çırpısı ve kütükleri ile diğer odunların toplanmasını ve satın alınanların sepetlerle müşterilere ulaştırılmasını hammallar sağlıyorlardı.  XV. Yüzyılda bu hamallardan biri de Ali idi. Hammal Ali çalışkanlığı ile dikkat çekiyordu. En zor işlere, en ağır yüklere çekinmeden girer idi. Çalışkanlığının yanı sıra tutumlu bir insandı. En büyük üzüntüsü yeterli eğitimi görememesi, okuyamaması idi.
            Çalıştığı yerin sahibi Hammal Ali’yi başkalarına kaptırmamak için dükkanın yarısını ona vererek ortak etmişti. Bağları çok olan müşterilerden birisi de ona her yıl bağlarını budama ve temizleme karşılığında iki sıra bağ vermişti.
            Kazandıklarını biriktiren Ali bunlarla Akşehir’den evler satın aldı. Bu evleri de yıllık olarak kiralamıştı.
            Okula gidemeyen Hammal Ali, Akşehir gençlerinin okuyabilmesi için bir medrese kurmaya karar verdi. Bunun için Akşehir İmaret Camisinin Kuzey Doğu’sunda, Kadı İzzeddin Medresesi yanında bir okul yaptırdı.  İki medrese arasında tonoz örtülü bir geçit vardı. Bu geçitten Nasreddin Hoca mezarlığının önündeki yola çıkılırdı.
            Hammal Ali,  Medresenin her türlü ihtiyacını karşılıyordu. Ancak öldüğü zaman medresesinin bakımsız kalmaması için bir vakıf kurdu.
1483 yılı Vakıf kayıtlarına göre:
            Eski Defterde Yazılanlar Uyarınca Akşehir Merkezinde Hammal Ali Mescidi Vakfı
            Bağ 2 Sıra Senelik 30,
            Bahçe Civarındaki Arazi 3 tane Senelik 12
            Ev Arazileri 6 tane senelik 14
            Takyacıyan (Odun) Pazarındaki Yarım Dükkân Senelik 20
            Bu kayıtta da görüldüğü gibi Hammal Ali elinde avucunda ne varsa Vakfına bağışlamıştır. Akşehir gençliğine eğitim veren bu medrese tarihi kayıtlara Hammalzade Medresesi olarak geçmiştir.
            Akşehir tarihini yazan  İ. Hakkı Konyalı, 1945 yılında medresenin yerini tespit etmiş ve o zaman binası tamamen yıkılmış, bahçe yapılmıştı. Daha sonra o bahçeye evler yapılmıştır.
             Böylece büyük bir kültüre sahip olan Akşehir’in yapısına Hammal Ali de katkısını koymuştur.

AKŞEHİR ŞARAPÇILARINA FERMAN

Osmanlı Padişahı II. Selim, Akşehir'de Müslümanlara şarap sattırılmaması, içtirilmemesi ve yasağa uymayıp içki içen ve satanların cezalandırılmaları için bir ferman yayınlamıştı.
            Şarap üzümden yapılıyordu. Akşehir üzümü tarihi öneme sahip idi. Her taraf üzüm bağlarıyla doluydu. Sultandağı etekleri, Kozağaç, Eğrigöz, Nadir, Yenice, Bürcek köyleri gibi pek çok yerlerde üzüm bağları vardı.
             Önce Akşehir’in Gayrı-Müslim köylerinde bağ hasatlarından sonra üzümler ezilerek saklanıp şarap oluşması sağlanıyordu. Bunların şarap üretmesi ve satması serbestti. Ancak zamanla Müslüman köylerde de şarap üretilmeye, Gayrı Müslim köylerinde de Müslümanlara şarap satılmaya başlandı. Bunun üzerine Akşehir Sancak Beyi Padişaha bir arzuhâl yazarak bu durum karşısında ne yapacağını sormuştur.
            Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu olan Padişah II. Selim,  28 Aralık 1568 tarihinde Akşehir’e bir ferman gönderdi. Bu fermanın aslı şöyledir:
            “Akşehir beğine ve livâ-i mezbûr kâdîlarına:
                        Sen ki sancakbeğisin, mektûb gönderüp; "nefs-i Akşehir kurbinde müslimân ve zimmî karyeleri olup şehrün levendâtı ve gayri gice vü gündüz alâniyyen şürb-i hamr idüp ve şehri hıfzitmek içün gice ile gezerken üzerlerine varılan feseka kaçup ol köylere varup âdem gönderilüp da‘vet olunduklarında zikrolunan kurâ zâbıtları; "Tîmârlarumuz serbestdür." diyü virmeyüp her zamânda şehre âteşden mazarrat vâkı‘ oldukda mezkûr karyelerden hamr idenlerden olup eger müslimân karyeleridür ve eger kefere karyeleridür, alâniyyen şarâb bey‘ idüp anun gibiler taleb olundukda zâbıtları; "Serbestdür." diyü virmeyüp te‘allül itdüklerin" bildürmişsin. Buyurdum ki:
            Varıcak, siz ki kâdîlarsız, zikrolunan kurâ zâbıtlarına ve karye halkına tenbîh idesiz ki, ehl-i İslâm'a alâniyyen hamr bey‘ itmeyüp ve şürb-i hamr itdürmeyüp ve mûmâ-ileyh sancakbeği tarafından da‘vet olunan ehl-i fesâdı; "Karyelerimüz serbestdür." diyü virmekde ınâd itmeyeler. Şöyle ki; min-ba‘d zikrolunan kurâ ahâlîsi ehl-i İslâm'a hamr bey‘ idüp ve alâniyyen fısk [u] fücûr üzre olup ve sancakbeği tarafından da‘vet olunan ehl-i fesâd ü şenâ‘ati zâbıtlar; "Serbestdür." diyü virmeyeler, anun gibileri isimleri ve resimleriyle yazup bildüresiz ki, haklarından geline.”   Yazıldı.
            Günümüz Türkçesi ile:
            “Akşehir Beyine ve Adı Geçen İlin Kadılarına,
            Sen ki Sancak Beyisin, mektup gönderip; " Akşehir merkezi yakınlarındaki Müslüman, Hristiyan ve Yahudi köyleri olan yerlerde şehrin erkekleri ve gece ve gündüz alenen şarap içip ve şehri korumak için gece gezenler üzerlerine vardığında günah yuvaları olan o köylere kaçtığı için köylere varıldığı zaman belirtilen köylerin koruyucuları "tımarlarımız serbesttir" diyerek vermediklerini, her zamanda şehir bu ateşten zarar gördüğü belli olduğundan adı geçen köylerde şarap yapanlar eğer Müslüman köylerinde veya kafir köylerinde alenen şarap üretip içenleri o köylerden almak istediğinde köy koruyucuları “Serbesttir." diye vermeyip engellediklerini" bildirmişsin. Buyurdum ki:
            Ferman size ulaşınca, siz ki kadılarsınız, belirtilen köy koruyucularına ve köy halkına tembih edesiniz ki İslam ehlinde alenen şarap üretilmez ve şarap içilmez. Adı evvelce geçen sancak beyi tarafından davet edilen fesat ehli "Köyümüzde serbesttir" diye vermemekte inat etmeyeler.
            Şöyle ki; Bundan sonra belirtilen köy ahalisi İslam ehline şarap üretip ve alenen günah işleyip ve sancak beyi tarafından davet olunan fesat ehlini koruyan koruyucular   "Serbesttir." diye vermeyenler, onun gibilerin isimleri ve resimleriyle yazıp bildiresiniz ki, haklarından geline.” diye ferman gönderdi.
           
             Kaynak: 7 NUMARALI MÜHİMME DEFTERİ (1567–1569) Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Dîvân-ı Hümâyûn Sicilleri Dizisi: V Ankara 1998

“ÇARE: AKŞEHİR İL OLMALIDIR”

Kurtuluş Savaşı yıllarında gerçekleşen İkinci Konya İsyanı sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi gizli oturumlarında hararetli konuşmalar yapılmıştır. İsyanı önlemek için alınacak tedbirler arasında Akşehir’in il yapılması da vardı.
            İkinci Konya İsyanı, Delibaş adında bir eşkıyanın, beş yüz kadar asker kaçağını toplayıp 2/3 Ekim 1920 gecesi Çumra’yı basması ile başladı.  Delibaş, 3 Ekim sabahı da Konya’ya girdi ve idareyi ele geçirdi. Aynı günlerde Beyşehir ve Akşehir ilçelerinde de görevli olarak dolaşan askerî heyetler, oralardaki asiler tarafından görev yapmaktan alıkonuldular. Ilgın ilçesinin Çiğil köyü yakınlarında toplanan üç yüz kadar âsî de, nasihat için giden heyete ateş etti. Bu heyette Afyon Milletvekili İsmail Şükrü Çelikalay da vardı. Konya’nın güneyinde Karaman ilçesinde de asiler toplanmaya başlamıştı.
             Afyon’da öğretmen olarak görev yaparken 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan işgalinin başlamasıyla Milli Mücadeleye katılan İsmail Şükrü Çelikalay, Kuvayı Milliyenin kuruluşuna öncülük etti. Çelik Alay milis kuvvetleri kurucusu olan İsmail Şükrü Bey, Aynı zamanda Afyon Karahisar Milletvekili idi. İkinci Konya İsyanı üzerine Konya’dan Ankara’ya dönmüştür.
            Ankara hükümeti, isyanı bastırmak için gerekli önlemleri almaya başladı. Bu arada TBMM’si gizli oturumlar yaparak alınacak tedbirleri tartışıyordu. 21 Ekim 1920 Perşembe günü yapılan gizli oturumda hararetli tartışmalar yaşandı.  Lazistan Milletvekili Abidin Bey, isyana katılan her kim olursa olsun bila kaydü şart idam edilmelidir derken bir diğer milletvekili ise asilerin Van ve Erzurum’a sürülmesini istedi. Afyon Milletvekili İsmail Şükrü Efendi ise yaptığı konuşmada Konya ilinin üçe bölünmesini Konya merkez, Karaman ve Akşehir illerinin kurulmasını istedi. İşte o konuşmanın ilgili bölümleri:
            İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ ( Karahisarı Sahip) – Konya meselesi hakkında bazı muttali (öğrenmiş) olduğum ahvali (durumları) arz edeceğim. Maalesef kısmı azamı(en büyük kısmı) isyana iştirak etmiş ve kısmı azamı iğfal edilmiş (kandırılmış). Bunun tabii başlıca amil(etken) ve müsebbiplerini (sebep olanları) aramak zamanındayız. Fakat biz de, bunda biraz alakadar görünüyoruz. Konya teşkilatı mülkiyesi(idare teşkilatı) iyi gitmemiş efendiler. Teşkilatı mülkiyeyi yeniden ıslah (düzenlemek) etmek lazım. Nasılsa oldu bir şey. Bu isyan teskin edildi zannedilmesin. Yapılan idamlar muhik (haklı) olmakla beraber Konya’da bundan sonra isyan zuhur etmez(oluşmaz) denilemez. Buna karşı bendeniz kendi fikrimce gördüğüm tedabiri (tedbirleri) arz edeyim. Konya bir vilayet halinde bu teşkilat ile her zaman idare edilirse, oraya sokulan ateşi isyanı (isyan ateşini) tecdit etmek (tazelemek)  demek olur. Konya’nın teşkilatı mülkiyesi bir an evvel değiştirilmelidir. Konya üç müstakil liva halinde idare olunmak icap ediyor. Birincisi nefsi Konya (Konya merkezi). Müstakil liva halinde kaza teşkilatının çoğaltmak. Biz nevahi (nahiye) teşkilatına germiyet (önem) vermeliyiz. Nevahi teşkilatı nazariyesine göre kaza çoğaltılmalıdır. En çok isyan zuhur eden yerler, asilerin çoğalmasını temin eden yerler hükumetten uzak olan yerlerdir.
            Teşkilatı Mülkiye: Konya bir müstakil liva halinde, Karaman livası o da bir müstakil liva halinde, Hadım nahiyesi bir kaza haline ifrat edilmelidir(düzenlenmeli). Bu liva Ereğli. Sultaniye, Hadım, Ermenek kazalarından ibaret olmalı ve kazalarda muktedir (yetkili), mütedeyyin (dindar) idare memuru olmalı, bu hususta masraf tenkis edilmemelidir (azaltma yapılmamalıdır).
            Sonra; Akşehir kazası bir liva olmalı. Akşehir’in bir nahiyesi var (Cihanbeyli). Burası eskiden Karadağ Hükumetinin bulunduğu yerden gayet büyük. Akşehir’de zuhuru muhtemel(ortaya çıkması olası) isyanı nasihat vesaire ile bastırmak için ufak bir kuvvetle cepheden ayrılmıştım. Alayım ihtiyara(yedeğe) alındı. O halde benim de istirahat etmem icap ediyordu. O vakit anladım ki teşkilatsızlıktan Cihanbeyli’de birtakım eşhas (kişiler) isyan fikri perverde etmiş (beslenmiş), iğfal edilmişler (kandırmışlar). Hükumet jandarma göndermemiş, çünkü o koca bir kaza halinde idare edilmesi lazım gelen yer bir müdüriyet, dört jandarma ile idare olunamaz. Orası kaza halinde idare olunmalı.
            Akşehir liva olmalıdır. Sonra Ilgın kazası Akşehir’e rapt olunmalı (bağlanmalıdır) bu suretle ikinci bir liva daha teşekkül etmeli ki Konya livası, Karaman, Akşehir livası üç livaya ayrılır ise hatta oranın muhitini bilenler dört livaya ayrılması mümkün ise de bendeniz bu kadar görebildim. Çünkü orada bulunma zamanım pek azdır ve Ilgında isyanın menbaı (kaynağı) olan Çiğil usatı (asileri) orada yerleşmiş. Kuvvetlerin ayrıldığı gün hem Konya’yı, hem Ilgın’ı, hem de Akşehir’i istila edecektir. Bu tamamen bastırılmalı, bu Çiğil isyanı bastırılmalı, hala köyleri yakıyorlarmış. Bazı arkadaşlarımız da bundan bahsettiler. Bendeniz bilakis en ziyade ikram ettiğimiz, muti (yumuşak başlı) zannettiğimiz, mürüvvet (iyiliksever) ettiğiniz köylülerin ihanetine maruz kaldık. Onlar bizi pusuya düşürdü. Beş buçuk saat muharebe neticesinde o ateşler içinde arkadaşlarımı ve kendimi kurtardım…….
            …….. Konya vaziyetinin son derece korkunç olduğunu buradan arz ediyorum. Mazarratını (zararı) tahdit etmek(sınırlandırmak) ve teşkilatı mülkiyeyi çoğaltmak ve halkı nüfuz ve tahakküm altında bırakmak lazımdır. Konya için hususi bir idare daha iyidir. Bendeniz buna taraftarım. Şu takririmi de acele yazdım lütfen kabulünü istirham ederim.”
            Bu konuşma üzerine hükümet adına söz alan İç İşleri Bakanı Dr. Adnan Adıvar konuşmasının bir yerinde onu desteklemiştir.
Dr. ADNAN B. (Dahiliye Vekili) (İstanbul)
            …….Sonra teşkilatı mülkiye meselesini buyurdular ki pek doğrudur. Bu henüz hükümetçe mevkii tatbike konulmamış bir şeydir. Takriri(önergeyi) eğer hükümete havale ederseniz bu teşkilatı nazarı dikkate aldığımız zaman bunu da nazarı dikkate alırız. Küçük küçük idareler altında kuvvetli idareler teşkilini istediler.
            Not: Liva Eyaletten küçük, ilçeden büyük yerlerdir. Bugünkü anlamıyla illerdi.
            Kaynak:
            1-TBMM Gizli Celse Zabıtları Cilt 1 Türkiye iş bankası yayınları Ankara 1985
            2- İsmail Şükrü Efendi, Kimkimdir. Com. 1. 06 .2018
            3-İkinci Konya İsyanı http://www.atam.gov.tr/nutuk/ikinci-konya-isyani, Atatürk Araştırma Merkezi  1. 06 .2018

YAVUZ SULTAN SELİM’İN AKŞEHİR GÜNLERİ

Yol üzerinde yer alan Akşehir, Osmanlı’nın en kudretli padişahlarından olan Yavuz Sultan Selim’in seferlere giderken geçtiği ve günlerce konakladığı şehirlerden biridir.
Yavuz Sultan Selim, İran seferine çıktığında 18 Mayıs 1514 Perşembe günü Akşehir yakınlarındaki Uluşar çayırı konağına geldi. Bu gün Ulupınar Köyü olan bu yer o devirde yeşillik ve bol suya sahip olduğu için ordunun mola vermesi için uygun bir yerdi.
19 Mayıs 1514 Cuma günü Uluşar konağında ordunun su ihtiyacı giderildi. Atlar ve askerler dinlendi. Hep beraber Cuma namazı kılındı. Zafer için dualar edildi.
20 Mayıs 1514 Cumartesi günü ordu içerisinde bazı düzenlemeler yapıldı. Alt kademedeki yöneticilerin bazılarının yerleri değiştirildi. Bunun nedeni daha önceden yaşanan bir olaydı. 14 Mayıs 1514’de yaşanan bu olay ordu disiplini yönünden önemli tutulmuştu. Bir silahtarın hizmetçisi Beylik arpayı yağma ettiği için ağasıyla beraber idam edildi. Bu ağalardan sorumlu olan Çavuşbaşı Lütfi Bey azledildi. Bu durumu düzeltmek için Akşehir’de yeni atamalar yapıldı. Osmanlı ordusunda Kapıkulu Ocağı 6 alaydan kurulmuş bir tümendi. 6 alay, sırasıyla şöyleydi: Sipahiler, silahdarlar, sağ ulufeciler, sol ulufeciler, sağ garipler, sol garipler. Her birinin farklı görevi olan bu alayları yöneten ağalar vardı. Lütfü beyin yerine Ulufeciler ağası Şüca’ Bey Çavuşbaşı oldu. Savaşta saltanat sancaklarını ve hazineyi koruyan sol ulufecilerin ağası Lütfü Bey ulufeciler ağası oldu. Sağdan ve soldan saldırarak düşmanı çembere alan Gurebayı Yemin ağası Rüstem Bey, Lütfü Bey’in yerine sol ulufeciler ağası oldu. Onun yerine de Yesar ağası İshak Bey geçti.
21Mayıs 1514 Pazar günü tamamen dinlenme ile geçti. Hareket edilmedi.
22 Mayıs 1514 Pazartesi günü orduda atamalara devam edildi. Boşalan Yesar(sol garipler) ağalığına Sipahi oğlanları kethüdası Behram Ağa getirildi.
23 Mayıs 1514 Salı günü ordu ve padişah yine Akşehir yakınlarındaki Uluşar’da ikamet etmektedir. Bu gün padişah tarafından boşalan Sipahi oğlanları kethüdalığına Sipahi oğlanı katibi Kara Musa atandı.
24 Mayıs 1514 Çarşamba günü Yavuz Sultan Selim ve ordusu Akşehir’de oturmaktadır.
25 Mayıs 1514 Perşembe günü boşalan Sipahi oğlanları katipliğine fodla (Ekmek) katibi Ahmet Çelebi getirildi. Onun yerinede Yeniçeri katibi olan Şahabettin Bey Fodla katibi oldu.
26 Mayıs 1514 Cuma günü Cuma namazından sonra Akşehir’de oturulurken otağ-ı hümayum ileri yürüdü. Cumartesi günü Arkan Özü konağına yani Argıthanı’na geldiler.
Böylece Yavuz sultan Selim 9 gün kaldığı Akşehir’den ayrılmış oldu.
Padişah Yavuz Sultan Selim’in ikinci kez Akşehir’e gelişi Mısır seferi sırasında gerçekleşmiştir.
Yavuz, Mısır seferine giderken 25 Haziran 1516 Çarşamba günü İshaklı’ya (Sultandağı) geldi. Osmanlı Ordusu Akşehir’e doğru yürüyüşe devam etti. 26 Haziran 1516’da Akşehir’e gelindi. Akşehir konağında ikamet edildi. Bu arada Diyarbakır Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa’dan haberciler geldi ve padişah habercileri kabul etti. Haberciler, Şah İsmail’in Diyarbakır’a Vali olarak gönderdiği Karahan’ın yakalandığını ve onunla birlikte bir çok kumandanının başlarının kesildiğini bildirdiler. Kesik başlar Akşehir’de Padişaha teslim edildi.
Diyarbakır bölgesini yöneten Emirler, Osmanlı Devleti'ne itaatlerini arz etmişlerdi. Bu arada Diyarbakır halkı da ayaklanarak, Safevi kuvvetlerinden bir kısmını öldürmüş ve geri kalanlarını da sur dışına çıkartarak, Osmanlı Devleti'nden yardım istemişlerdi. Şah İsmail bunun üzerine bölgeye kumandanlarından Karahan'ı göndermiş ve şehir kuşatılmıştır. Kuşatma başarılı olmamışsa da kaldırılmamış ve bu sebepten şehir halkı çok eziyet çekmişti. Safevîler'in, Diyarbakır’ı muhasarası bir yıl kadar sürmüştü. Bu sırada Bayburt'ta bulunan Bıyıklı Mehmet Paşa ve Rum Beylerbeyi Şadi Paşa, Yavuz Sultan Selim tarafından buranın fethine memur edilmişlerdi. Osmanlı Ordusunun geldiğini öğrenen Karahan muhasarayı kaldırmak zorunda kalmış ve Mardin'e doğru firar etmişti. Bıyıklı Mehmet Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri, Mardin Koçhisar yakınlarında Dede kargın sahasında, Safavî kuvvetlerini kesin bir yenilgiye uğratmışlar ve bu muharebede Karahan makdül düşmüştür. Böylece Diyarbakır’ın yanı sıra Hısn-ı Keyfa, Ergani, Ruha, Mardin, Siirt gibi Güney-doğu Anadolu'nun önemli şehir ve kaleleri de kısa zamanda, Osmanlı Devleti'nin eline geçmiştir.
Bu haberleri Akşehir’de alan Yavuz Sultan Selim şenlikler yapılmasını emretmiş ve Akşehir’de büyük şenlikler yapılmıştı. Beş gün sonra Osmanlı ordusu Konya sahrası konağına girerken Karahan’ın ve diğer komutanların başları Mısır Sultanı’na gönderildi.
27 Haziran 1516’da ordu Akşehir yakınlarındaki Derefet konağına ulaştı. Böylece Yavuz Sultan Selim Akşehir’den ayrıldı.
Kaynak: Senemoğlu, Yavuz (1976) Haydar Çelebi Ruznamesi İstanbul: Tercüman