24 Aralık 2016 Cumartesi

Evliya Çelebi’ye Göre: NASREDDİN HOCA VE AKŞEHİR’DEKİ TÜRBESİ


            Evliya Çelebi tarafından yazılan Seyahatname’de Nasreddin Hoca ve Akşehir’deki türbesi hakkında şu bilgiler verilmektedir:
            “Evvela şehrin kıble tarafı dışındaki mezarlık· içinde din ve dünya uleması, kaf-ı yakin simurgu Mevlana Hazret-i Şeyh Hoca Nasreddin: İlk çıkışları yine bu Akşehir'dendir. Gazi Hüdavendigar’a yetişip Yıldırım Bayezid Han zamanında gelişmiş engin erdem sahibi olup hazır-cevap, keşif ve keramet sahibi ulu sultan idi. Timur ile hem-meclis olmuştur. Timur sohbetlerinden hoşlanıp mübarek hatırları için bu Akşehir'i muaf tutup yağmalayıp yakıp yıkmamıştır. Bütün insanların dilinde Nasreddin Hoca öğütleri ve latifeleri atasözü gibi yaygındır. Bunlardan biri,
            Bir gün Timur, Hoca ile hamama girip birer peştamal ile yıkanırken konuşma sırasında Timur,
            "Hoca! Şimdi bencileyin cihangir şanlı padişahın satılması gerekse beni niçeye (ne kadara) alırdın? der. Hoca,
            "Kırk akçeye ancak alırdım" der. Timur,
            "Be hey hoca! Benim futam (peştamalım) kırk akçe eder" der.
Hoca,
            "Ya, ben de kırk akçeye futayı alırım, yoksa sen bir Moğol taifesinden bir yaralı topal herifsin, hille mankırıyla bir mankır etmezsin" der. Hazır-cevap olduğundan nursuz Timur hoşlanıp bol bol bağışlarda bulunur.
            Bunun gibi nice yüz bin karışık, tatlı latifeleri vardır ki dillerde destandır. Yıldırım Han ölümünden sonra Çelebi Sultan Mehmed zamanında vefat edip bu Akşehir dışında bir kubbe ve türbesi belli mahalde gömülüdür ve dört tarafı parmaklık ile çevrilmiştir.
            Hakirin başından geçenler: Gece yarısı göç boruları çalınıp bütün ağırlıklar giderken hakir de hizmetçilerimi gönderdim. Bir kölemle gece yarısı şehirden dışarı çıktım. Hatırıma geldi ki,
            "Her kim Hoca Nasreddin'i ziyaret ederse latifelerinden bazı şeyleri· hatıra gelip elbette güler" diye hatırıma geldi.
            "Aya gerçek mi?" diye anayolun sol tarafında mezarlığa sapıp doğru mübarek kabrine at ile varınca bir kere,
            "Es-selamü aleyküm ey kabir ehli!" dedim. Hemen Hoca Nasreddin Türbesi içinden,
            "Ve aleykümselam ey himmetli can" deyince altımdan atım "foh" diye ürktü, iki ayak üzere kalkıp fırlayarak mezarlık içinde şahlandı. Güç ile zabt ederken onun bir ayağı bir kabre girdi. Hakir az kalıp kabir azabı çeke yazdım. Hemen yine Hoca Türbesi'nden,
            "Ağa sadakanızı verin de güle güle gidin, beri gelin beri" diye haykırdı. Meğer türbedar imiş.
            "Bre herif ben kabir ehline selam verdim. Sen dübür ehli iken niçin selam aldın" diye birkaç akçe sadaka verip,
            "Var yardımcın Allah ola!" diye dua etti. Gerçekten de bu duruma güle güle,”
         Evliya Çelebi de Hoca’yı görüldüğü gibi Timur ile çağdaş olarak gösteriyor. Ancak yapılan son incelemeler Evliya Çelebi’nin bu konuda hataya düştüğünü ortaya çıkartmıştır. Timur’u hamamda futası ile kıyaslayıp, paha biçen Nasreddin Hoca değil, “Ahmedî” mahlasını kullanan ve Beyazıt’ın şehzadelerinden Emir Süleyman’a İskendername yazmış, (1405), bir süre Timur’un yanında da bulunmuş şair İbrahim İbni Hızır Bey’dir. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaşamış Lâmii Çelebi (1472-1532) “Letaif adlı eserinde sözünü ettiğimiz fıkranın Timur ile Ahmedî arasında geçtiğini belirtmiştir.
          Kaynaklar: Evliya Çelebi Seyahatnamesi 3. Cilt 1. Kitap sayfa no 18 YKY yayınları

            Erdoğan Tokmakçıoğlu, Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca 1991

26 Kasım 2016 Cumartesi

TARIK BUĞRA’NIN HİKÂYELERİNDE “AKŞEHİR”


            Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının tanınmış yazarlarından Tarık Buğra, 1969 yılında yayınladığı “Hikâyeler” adlı eserinde “kasabam” dediği Akşehir’i pek çok öyküsünün arka planında kullanmıştır.  Bu yazımızda çok güzel benzetmelerin kullanılarak anlatıldığı Akşehir’le ilgili kısımlardan bir demet sunuyoruz.
Roman, hikâye, oyun ve fıkra yazarı Buğra,  “Ömer” adlı öyküsünde Akşehir’de sabahı şöyle anlatıyor:
“Sonbahara doğru kasabamızın sabahları pek, pek güzelleşir. Güneş, daha, ta uzaklarda, ovanın doğu sınırını pembe bir şerit gibi çizen Emir dağlarını aşmadan uyanırız. Kasabanın omuzunda yükselen dağlar hafifçe morarmıştır ve gökyüzü gümüş rengindedir. Yüzümü yıkamak için bahçedeki çeşmeye gittiğim zaman, göğsüm genişler, güçlenirim.
…Sabah serindir, sabah sessizdir, sabah dinçtir, Allah’a ve ümide yakındır. Bana yakındır! Gökyüzü berrak maviliğini bulmak üzeredir. Kuşlar yukarı doğru küme küme tabakalanırlar. Derken topçuların bahçesindeki kavak ağaçları ve Ulucaminin minareleri de yaldızlanır.”
Aynı öyküde yazar Akşehir’de bir yaz ikindisini şöyle tarif ediyor:
“..Güneş Çobankayanın ardına çekilmiş ve ikindi, her yaz ikindisi gibi, bunaltıcı günden sonra kasabamıza bir müjde halinde gelmişti: artık Tekke deresinin o serin rüzgarı esiyordu.”
Tarık Buğra, “Hayat Böyledir İşte” hikâyesinde Akşehir Tren İstasyonunu şöyle anlatmaktadır:
            “Tren o istasyonda bir dakika duruyordu. Frenlerin gıcırtısı kesilmeden pencereyi açtım: ilerideki vagonlardan birisine heybeli ve sepetli bir köylü bindi. Onun köyü birkaç kilometre ilerideki tepenin artında olmalıydı. Lokomotifin yanında duran lacivert elbiseli memur, su buharları içinde, rüyada gibi görünüyordu.  İstasyonda ne başka bir insan, ne de bir eşya vardı. Bir yaz ikindisi orada oturmak, uzakları ve uzaktakileri düşünmek hoş olmalıydı. Düdük öttü. İleride katar şefine selam duran istasyon memuru, lokomotifin salıverdiği su buharları içinde büsbütün hayalleşti. Tren ağır ağır yürüdü. Tek katlı uzun istasyon binası bize doğru ilerledi. Evvela açık duran bir kapı; içeride masa, manipleler, şeritler, bir soba... Ve sonra ince mor tel örgülü bir pencere ve bir pencere daha ve sen…”
Kendi deyişi ile meşhur hikâyeci “Kardan Adam” hikâyesinde Akşehir’in meşhur çınarlarından birini şöyle anlatıyor:
“Bir Pazar günü. Dışarıda lâpâ lâpâ kar yağıyor. Pencerenin önünde, çıplak dalları takır takır, kocaman bir çınar var: Meşhur hikâyecinin gönlü yapraklarını dökmüş ağaçlara bir türlü ısınamıyor. Ona göre, yapraksız bir ağaç bir ağaç ölüsüdür, yere kakılıvermiş dallı budaklı bir odundur. Hâlbuki yeşil ağaçların; “nefes alıp nefes veriyorum, yaşıyorum, sevebilirim!” diye şarkı söyleyen bir hali vardır. “Sev beni !” der gibi, kızlar gibi.”
Tarık Buğra, “Bacanak” adlı hikâyesinde Akşehir’in Çakıllar Köyü’nde yaşayan ve kurnaz olanın saf olanı aldattığı iki bacanağın arasında yaşananları anlatıyor. Hikâyede yer yer “Hadi bakayım kara yiğen, diyiver diyeceğini” gibi Akşehir ağızına da yer verilmiştir.  Bu hikâyede Çakıllar Köyü;
“Çakıllar, nah işte böyle avuç içi kadar bir köydür ve insan üstüne oturmak isterse bunun gibi daha bin tane kaya bulur, adam başına bir kaya bulur: Çakılların toprağı bu kayalarla, Venüs gerdanlığı takmış bir sineye benzer. Karatepe’nin meyli şoseye kadar sürer ve ancak oradan sonra toprak munisleşir, genişler, dost olur, toprak olur. Şoseden sonrası, mor kayalıkların dibinde hep öyle duran Çakılların, bu altı gövermiş veremli gözün, artık idrak edilemeyen ebedi rüyasıdır.” şeklinde anlatılır.
 Bu öyküsünde yazar, Akşehir ovasına akşamın gelişi şöyle betimler:
“Güneş neredeyse Karatepenin artına kayıverecekti ve ışıklar insanın gözünü yormuyordu. Arkalarında ova sarı yaldıza bulanmış ve günün içindeki en güzel halini almıştı. Karşılarında ise mor ve biraz vahşi dağlar yükseliyordu.  …Akşam rüzgârları karşıdan esiyordu.  …Güneş tamamen çekilmişti. Gökyüzü artık lacivertti. Tâ karşıda ufku bir şerit gibi çizen Emir dağlarının üstünde, o her akşamın şaşmaz yıldızı, yıldızların en güzeli belirmişti. Şosenin ötesi, ova, mesut ninnisini mırıldanmaya hazırlanıyordu.”
Yazar Buğra “Şehir Kulübünde” adlı öyküsünde Akşehirli bir esnafı şöyle betimler
“Hayattan memnundurlar ve Allah’a günde beş vakit şükreder. Çünkü dağsal köylerden ilçeye yağ olsun, peynir olsun gelir. Eylül ortası dedi mi, buğday yüklü kağnılar ovanın gölgesiz genişliğinde ilçenin zahire tacirleri için türkü söyler. Buna karşılık esnaf bu toz renkli köylülere çarık satar, yemeni satar, üstü kız resimli tabaka, yeşil teneke kaplı cep aynası, kemik saplı bıçak satar, hacı yağları, kekik yağları, koşum takımları ve yüz gram kahve, iki yüz elli gram toz şekeri satar.”
Bu öyküde yazar, şehirde üst düzey devlet memurlarının akşamları gitmesi için eski kaymakam ve doktor tarafından bir şehir kulübü kurduğunu fakat başta doktor olmak üzere briç ve poker oynayanların ve içki içenlerin gecenin geç saatlerine kalmasının psikolojik ve ailesel etkilerini anlatıyor.
Bu arada büyük yazar “Buhran” hikâyesinde Pervasız’a şöyle dokunup geçiyor:
“Ne pervasız hali var değil mi? Pervasız, fakat başı dik…..”



AKŞEHİRDE YOK OLAN BİR SELÇUKLU ESERİ: ŞEYH MUİNU’D-DİN ZAVİYESİ

Türkiye Selçukluları devrinde Akşehir’de kurulan Şeyh Muinu’d-din Zaviyesinden günümüze birkaç vakıf kaydından başka hiçbir şey kalmamıştır. Anadolu topraklarında Müslümanlığın ve Türklüğün mührü olan bu zaviyeleri bilmemiz gerektiğine inanıyoruz. Bu amaçla çalışmalarımıza yön verdik.
Şeyh Muinu’d-din Zaviyesi, Akşehir’in Kileci Mahallesinde kurulmuştu. Kurucusu  Şeyh Muineddin’dir. Şeyh, kendisine bağlı insanları tarikat kuralları içinde yetiştiren bir eğitimcidir. Muineddin ise din yayılmasına ve öğretilmesine yardımcı olan kişidir.  Selçuklular devrinde Muinuddin insanların ön ad yerine kullandığı bir lakaptı. Muinuddin ön adı aynı zamanda zaviye kurucusunun İran’dan göçerek geldiğinin bir göstergesidir.
Şeyh Muinuddin yaptırdığı zaviyesinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere “Şeyh Muinu’d-din Zaviyesi Vakfı”nı kurmuştu. Bu vakfın gelirlerinin üçte biri ile Şeyhlik makamının masrafları karşılanırken üçte ikisi ile konukların yemek masrafları karşılanıyordu.
Akşehir Karamanoğulları hâkimiyetinde iken kayıtlara göre Şeyh Muinu’d-din Zaviyesi gelirleri Kileci Mescidi Mahallesi Kethüdası Hacı Ali’nin tasarrufunda idi. Kethüda Hacı Ali imam ile birlikte mahallenin tüm işlerinden sorumluydu. Karamanoğlu Sultanı İbrahim Bey, “Şeyh Muinu’d-din Zaviyesi Vakfı’nın mutasarrıfı olduğuna dair Hacı Ali’nin oğlu Yusuf’a bir mektup vermişti. Akşehir, Osmanlı hâkimiyetine girince bu mektup esas alınıp 1476 yılında düzenlenen vakıf kaydına göre, vakfın gelirleri; Bu zaviyeye bitişik bahçe, Atsız köyünde yer, Akşehir deresinde değirmen, şehir sınırında yer ve Mukbil mahallesinde ev kirası olmak üzere zaviyenin geliri 348 akçe idi.
1483 yılı vakıf kaydında ise eski defterde Hacı Ali oğlu Yusuf’un tasarrufunda olduğu yazılı iken kardeşi Piri tarafından tamir ettirilirken önemsiz işleri geciktirdiği için üzerinden kayıt alındı. Eski Divane Seyyid’e verildi,  fakat bina harap oldu. Çoğunluğun şahadetiyle tekrar yukarıda adı geçen Piri’ye olamayacak nedenlerle yazıldı. Bu tarihte vakfın gelirleri:
“Yukarıda adı geçen zaviyenin bahçesine bitişik fakat ekime elverişli olan arazi senelik 40,
Maslahat mahallesindeki bir evin arazisi,
Eve alınıp ücret verilen sudan başka ev suyunun verildiği Akşehir Su’yu ile çalışan değirmen sene 24
Şehir sınırındaki arazi senelik 40,
Atsuz Köyünün sınırındaki arazi senelik 20
Yekün: 120 akçe geliri vardı.
            1500 tarihinde zaviyenin mutasarrıfı Hacı Ali’nin oğlu Piri idi ve bu tarihteki geliri 127 akçe idi. Şeyh Muinuddin Zaviyesinin geliri 1524’te 124 akçe idi. 1535 yılı kaydına göre ise:
“Şeyh Muineddin Zaviyesi Vakfı
Bademli denilen yerdeki bahçe arazisi, 1 parça senelik 20
Şehir sınırında olan Kozağaç yakınlarındaki arazi senelik .140
Harap vaziyetteki değirmenin arazisi,
Şehir sınırındaki kiralık yer senelik:300
İshak ve Hacı Paşa evlerinin arazileri: 20
Sevindik’in evinin arazisi:6
Yekün: 460
Şeyhlik makamının masrafları üçte bir 140
Misafirlerin yemek ücretleri üçte iki 280”
             Şeklinde kayıt vardır.  Bu vakfın geliri 1584’te ise azalarak 164 akçe olarak kaydedilmiştir.
            Dini eğitimlerin yanı sıra gelen konuklarını üç gün ağırlayan ve bedava yemek veren bu zaviye zamanla Akşehir’deki görevini tamamlayarak tarihteki yerini almıştır.


23 Kasım 2016 Çarşamba

MEŞHUR ÖKESLİ HOCA: HACI ALİ EFENDİ

Değerli alimlerden bir zat olup Akşehir’in Ökes (Yaylabelen) köyünde doğmuştur. Hacı Ali Efendi, İmam Birgivi soyundan ve Konya’nın Sille nahiyesinden olup babası imamlık için Ökes köyüne gelen Ömer Osman’dır.
Ökesli Hoca, ilk eğitimini babasından almıştır.  Hafızlığını babasının yanında tamamlamıştır. Daha iyi yetişmesi için babası tarafından Şarki Karaağaçta müderris olan Hacı Süleyman efendiye teslim etmiştir. Hacı Süleyman Efendi’nin vefatından sonra Şarki Karaağaç Müftüsü meşhur alim Rüşdî Ahmed Efendi (Karaağacî)’ye talebe oldu ve ondan icazet (diploma) aldı.
 Bazı kaynaklarda adı Hacı Ali Rıza Efendi olarak geçen Ökesli Hoca, daha sonra Kayseri’ye giderek üç yıl süren yükseköğretimini tamamlamış ve Akşehir Ökes köyüne dönerek medresesini açmıştır. Medresede ilmi faaliyetler devam ederken ünü bölgeye yayılmış ve camilerde verdiği vaazlar Akşehir halkının dikkatini çekmişti. Hacı Ali Efendi zamanla halkın ilgi ve sevgisini kazanmış Akşehir Müftüsünün çok yaşlanması üzerine müftünün de onayı alınarak Akşehir müftülüğüne getirilmiştir.
Akşehir’e müftü olarak gelen Hacı Ali Efendi şimdi Kızılay Aşevi’inin olduğu yere medresesini açmış ve eğitime devam etmiştir. Meşhur talebelerinden biri Konya’dan Gevreklili Hacı Abdülkadir Efendi (1831-1904) idi.  Yaptığı ilmi çalışmalar o devirde Konya Valisi’nin dikkatini çekmiş ve Konya’ya çağrılarak onurlandırılmıştır.
Ökesli Hoca yazdığı eserleri alarak İstanbul’a gider ve Şeyhülislam ile görüşür. Şeyhülislam, Padişah Abdülaziz ile bir görüşme ayarlar. Padişah ile görüşen Ökesli Hoca Padişah’tan büyük bir hüsnükabul görür.   Eserlerini basmak için Padişah bütün masraflarını karşılayacağını söyler, kitaplar basılır ve develerle Akşehir’e gönderilir.
Hacı Ali Efendi, sofrasında misafir bulundurmayı severdi. Bunun için her yemekte en az üç sofra hazırlanırdı. Yedirip içirmesi bol idi. O nedenle Akşehir çevresinde “Ökes’te davetin mi var?” sözü o devirden beri söylenegelmektedir.
Ökesli Hoca, 1869 yılında 83 yaşında iken Akşehir’de vefat etti ve kabri Nasreddin Hoca mezarlığındadır.
Hacı Ali Efendi’nin eserlerinin çoğu basılmıştır ve eserleri şunlardır:
1-Muhtasar Düsûkî: Tam adı “El Haşiye Ala Muhtasar  es-Saad-ı Muhtasar ed-Düşüki ala Muttasar el-maani” dir. Bir cilt 24cm boyundadır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanesinde bir adet vardır.
2- Şerhu Kaside-i îsna Aşeriye: 1864 yılında basılan bu kitap on iki imama yazılan bir övgü şiirine konulan şerhtir. İstanbul’da basılmıştır.
3- Telhisul Esasi — Bina Şerhi: Hicri 1306 yılında İstanbul’da Matbaa-i Amire’de basıldı. Arapça dil öğretimini kapsamaktadır. ilk baskısı 1856 yılında yapılmıştır.
4- Şerhu Ebyati'l-Kâfiyeti ve'l-Câmi: Her konuda hadislerin yer aldığı kafiyeli beyitlere yazılan şerhtir.
5- Kıyasiyyetü'l-Fenari: Osmanlı’nın ilk Şeyhülislamı olan Molla Fenari’ye yapılan bir kıyaslamadır.
6- Şerhu Risaleti'l-Vaziyyeti'l-Adudiye: Felsefi konularda yazılan bu risaleye bir şerh yazmıştır.
7- Şerhu Adabi'l-Birgivi: Birgivi’nin münazara adabına dair küçük bir eserine yazılan şerhtir
8- Kaside-i Lâmiye Mine’l Kelam: Lam harfi ile sona eren kelam üzerine olan övgü şiirleridir.
9- Şerhu Risale-i Taşköprü minel Âdap: Taşköprülüzade’nin Adap üzerine yazılmış risalesine ait bir şerhtir.
Not: Şerh: bir kitaba açıklama, yorumlama yapmaktır.


16 Nisan 2016 Cumartesi

MARUF’TA ŞEYH HACI İBRAHİM VELİ ÇİFTLİĞİNDE YAŞAYANLAR


1466 Yılında Akşehir’e bağlı Maruf (Alanyurt) Köyü 89 haneden oluşan büyük bir köydü. Bu köyün yöneticileri yani vergi toplayanları İvaz Altun ve Ağa Zade idi. Hacı İbrahim Veli Sultan Tekkesinin kurulu olduğu bu köyde birden fazla imam mevcuttu.  Bu imamlar Ramazanlarda büyük bir olasılıkla köylere gidiyorlardı. İmamların yanı sıra köyde pek çok derviş vardı.
Şeyh Hacı İbrahim Veli Sultan Tekkesi’ne ait o devirde iki hassa çiftliği vardı. Hassa çiftlik,  dervişlerin gereksinmelerini karşılayan gerekli ürünü doğrudan elde edebilmesi için kendi araçlarıyla işleyebileceği büyüklükte bir çiftlikti. Bu çiftlikleri dervişler ekerlerdi. O devirde çiftlikleri eken dervişler şunlardı:
1)Hacı Ommar: Hac zamanı Kabe’yi tavaf edip hacı olmuş büyük bir derviş idi.
2) Mehmed Oğlu Baba Ali: Anadolu’da yaygın olan Babai tarikatına mensup iken Hacı İbrahim Veli Sultan tekkesine sığınmış bir derviş idi.
3)İbrahim oğlu Halil: Hacı İbrahim Veli Sultan torunlarından biri olan Halil, Hacı İbrahim’in oğullarından biri idi.
4) Kırşehir’li oğlu Hasan: Kırşehir’den Akşehir’e göç ederek tekkeye yerleşmiş dervişlerden biri de Hasan idi.
5)Abdullah oğlu Doğan: Kayıtlarda genellikle başka dinlerden Müslümanlığa geçen kişilerin babaları Allahın kulu anlamına gelen Abdullah olarak yazılıyordu. Nitekim bu çiftlikte yaşayan pek çok kişinin babası aynı adı taşıyor…
6)Osman oğlu Bustan: Gençliğinde bahçıvanlık yapmıştı.
7)Abdullah oğlu İzzeddin: Selçuklu devrinde en çok kullanılan isimlerden biri olan İzzeddin isimli bir derviş tekkede yaşıyor ve çiftlikte çalışıyordu.
8)Abdullah oğlu Hüsam: Tımarlı sipahilikten dervişliğe geçen bir kişi idi.
9)Burhan oğlu Ahmet: Çiftlikte çalışan dervişlerinden biri idi.
10) Burhan’ın diğer oğlu Hoşi: Derviş Ahmet’in kardeşlerinden biri idi.
11)Yalcı oğlu İbrahim: Çiftlikteki hayvanları besleyen dervişlerden biri idi.
12)Durmuş oğlu Fakih: Günümüz anlamıyla Hoca diyebileceğimiz bu kişi İslam hukukçusu ve fıkıh ananında uzmandı.
13)İncik Muhammedi: Çiftlikte kasap işlerini yapan dervişlerden biri idi.
14)Aşçı oğlu Maruf: Aşçı Hoca diye meşhur olmuş birisinin oğlu idi. Maruf lakabıyla anılan bu kişi hükümet yetkililerini gezdiren tanınmış birisi idi.
15)Kasım oğlu Memiş: Çiftlikte kendileri için yetecek kadar üretim yapan dervişlerden biri idi.
16)Kasım’ın diğer oğlu Hamza: Kardeşi Derviş Memiş’le birlikte çiftlikte yaşıyordu.
17)Paşa oğlu Küçük: Tımarlı Sipahi kumandanlarının birisinin oğlu olan dervişti.
1460’lı yıllarda Maruf köyünde bulunan Şeyh Hacı İbrahim Veli Sultan Tekkesi’nde yaşayan ve iki ayrı çiftliği işleyen dervişlerin sayısı 17 idi.  Dört müdd (bir müdd iki avuç) buğday için 160 akçe vergi veriliyordu. Dört müdd arpa için 100 akçe vergi alınıyordu. Hayvanları otlağı için kullanılan 160’lık bir alan için 40 akçe vergi veriliyordu. Hayvanlara yem için ekilen ürünlerden 1müdd için 25 akçe vergi alınıyordu. Önceden düşünülmeyen masraflar için kişi başı 10 akçe olmak üzere 170 akçe vergi toplanıyordu.
Osmanlı Devleti Maruf köyünde bulunan ve Şeyh Hacı İbrahim Veli Sultan Tekkesi dervişlerinin ektiği iki çiftlikten 495 akçe vergi alıyordu.
Şeyh Hacı İbrahim Veli Sultan Tekkesi’nin bağlı olduğu vakıf o zamanki kayıtlarda babasının ismi olan Şeyh Hasan Paşa Vakfı şeklinde yazılmıştı. 1466 yılına ait Mufassal Defterine göre: Karye-i Ulu Pınar, Karye-i Yaka Yahsiyan     (Gölçayır), Mezra-yı Karkın, Karye-i Aşağa Yağsıyan (Değermenköy), Karye-i Kara Bulud (Karabulut köyü), Karye-i Fakih, Karye-i Gürnas köylerinin öşür vergileri Şeyh Hasan Paşa Vakfı’na verildiği kayıtlıdır.
Ayrıca Akşehir’e bağlı Karye-i Yat ve Tilki Sarayı’nın gelirleri on iki hisseye bölünmüş ve bunun yedi hissesi Hacı İbrahim bin Şeyh Zaviyesi Vakfı’na veriliyordu.
Kaynaklar: 1-Osmanlıca- Türkçe sözlük,
2- Erdoğru, Mehmet Akif (2015) 1466 tarihli Akşehir Mufassal Defteri (Metin ve İnceleme)  Ankara:Türk Tarih Kurumu.





12 Nisan 2016 Salı

CEM SULTAN’A AKŞEHİRLİ ZENGİNLER BORÇ VERMİŞTİ


“Talihsiz Şehzade” olarak adlandırılan Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan, Konya Valiliği sırasında Akşehirlilerle iyi ilişkiler kurmuştu.
Akşehir’in de bağlı olduğu Karaman Valisi olan Şehzade Mustafa’nın Ağustos 1474 tarihinde ölümü üzerinde Şehzade Cem, Karaman eyaleti valiliğine getirildi. Şehzade Cem bu eyaletin merkezi olan Konya’ya yerleşti. Bu sıralar Cem 15 yaşlarında idi, kendisi sevimli olup aynı zamanda cesur ve dinamik idi. Cem Sultan, Mayıs 1481 tarihine kadar yaklaşık 7 yıl Karaman Valisi olarak kalmıştır. Bu valiliği sırasında sık sık Akşehir’i ziyaret ediyordu. Selçuklulara ve Karamanoğlullarına başkentlik etmiş, ilim ve irfan merkezi Konya’da Cem hayatının belki en güzel senelerini geçirmişti.
            Cem’in Konya’da Lalası Gedik Ahmet Paşa, hocası Mevlana Turabi idi.  Yanında annesi Çiçek Hatun, dayısı Ali Bey, Kapıcıbaşısı Sinan Bey, Celal Bey, Şair Şahidi, Şirmert Ağa, Haydar, Sehai ve Lali’den başka yanında, Hatibzade Nasuh Bey,Frenk Süleyman Bey ve o devirde ilim, sanat ve idare gibi alanlarda şöhret yapmış isimler bulunuyor idi. Ayrıca Cem’in yanında yabancı alimler de vardı.
            Cem Sultan açık yürekli, mert ve sevimli bir gençti. Yoksullara gıda, hastalara ilaç, çıplaklara elbise dağıtıyor, yetim kızlara koca buluyordu. Halka adilane muamele etmeye özen gösteriyordu. O devirde Karaman vilayeti bir çok Türk aşireti ile doluydu. Cem, sık sık sürgün avları yapar ve aşiret beylerini yanında bulundurarak biniciliğini, atıcılığını onlara seyrettirirdi. Bunun neticesinde her aşiret Cem’i büyük bir kahraman olarak görüyordu.
             Cem Sultan, Akşehir'e geldiği zaman aşiret beylerini yanına alarak özellikle Sultan dağlarında sürek avına çıkardı. At koşturup silah kullanırdı. Bu arada gözüne kestirdikleri ile güreş yapardı. Öğleden sonraları ise kitap okur, idari işlemlerle uğraşır idi. Akşamları yanan büyük bir ateşin etrafında arkadaşlarıyla “Cem Halkası” denilen şekilde toplanır, alimlerle sohbet edilir ve şairler yeni yazdıkları şiirleri okurlardı.
            Sıcak yaz günlerinde Akşehir’e gelen Cem Sultan kalacağı yerin odalarını gezer daha sonra terasta veya bütün Akşehirliler gibi damda yatardı.
            Cem Sultan, Akşehirlilerle sağlam dostluklar kurmuştu. Özellikle Karaman, Varsak ve Turgutlu beyleri ile iyi arkadaş idi.  Ağustos 1481 tarihinde babasının ölüm haberini alan Cem Sultan, vergilerin kendi adına toplanacağını belirten ilk fermanını Akşehir’de yayınladı. Şehzade Cem, Osmanlı padişahlığı için kardeşi ile mücadele etmek üzere İstanbul’a hareket etmek istiyordu. Ancak bunun için para ve ordu gerekliydi. Şehzade Cem, Akşehir zenginlerinde geri vereceğine söz vererek borç para aldı. Bütün Konya yöresinden olduğu gibi Akşehir’den de ordusu için asker topladı. Özellikle Akşehir’de Turgutlu aşiretinden ordusuna büyük katılım oldu. Yaklaşık 4000 kişilik bir ordu kurdu ve Bursa’ya doğru yola çıkıldı.
            Bursa’yı alan ve burada saltanatını ilan eden Cem Sultan, 18 gün sonra Yenişehir’deki savaşta ağabeyine yenilince geri çekilmek zorunda kalmıştı. Cem Sultanı izleyen II. Bayazid’in askerleri içinde olan Venedikli Angiolello anılarında şöyle anlatıyor:
            “Hangi şehirden geçtikse gördük ki ahali Sultan Cem’i pek seviyordu. Bütün halk Cem’i istiyordu. Çünkü onun adil bir adam olduğunu ve Allah’tan korktuğunu, kendisi haksızlık yapmadığı gibi hiç kimsenin de haksızlık yapmasına müsaade etmediğini söylüyorlardı. Yolda rastladığımız yerler arasında bir gün Akşehir denilen bir şehirde bulunuyordum. Hamamda yüz ve tavırlarından kendilerine itimat edilebilecek birkaç tüccar bulmuştuk. Bunlar teessürden göz yaşı dökerek bize şunu da söylemişlerdi. Cem, Bayezid’e karşı giderken oranın halkı ile belediye dairelerinden ödünç olarak bir miktar para almış, savaştan sonra buralara dönünce kardeşi tarafından yenilmiş ve firar etmekte olduğu halde borç almış olduğu bütün paraları sahiplerine geri verdi. Onlara karşı kendisine yaptıkları iyilik ve yardımdan dolayı teşekkürde de bulunmuştu.”

            Akşehir zenginlerinden almış olduğu borçları, ordusunu kayıp etmiş, yenilmiş ve yaralanmış olmasına rağmen Cem Sultan ödemişti.  Giderken sevgisini kazandığı Akşehirlileri gözü yaşlı olarak bırakmıştı.

11 Ocak 2016 Pazartesi

1466 YILINDA AKŞEHİR’DEKİ EV REİSİ HATUNLAR

Osmanlı Devleti, Akşehir’i ülkesine kattığı yıllarda  Akşehir’in bütün mahalleleri dolaşılarak aile reisleri kayıt altına alındı. Bu ailelerin verebilecekleri vergi oranları belirlendi. “Mufassal Defter” olarak tabir edilen bu defterde Akşehir’de pek çok ailenin reisi kadınlar olarak kayıt edilmiştir. Çoğu bive yani dul olan bu kadınların ailelerinin geçimlerini sağlayabilecek işler yaptıkları ve devlete vergi ödedikleri yazılmıştır. İşte Akşehir’in mahalle mahalle aile reisleri olan Akşehirli hatunları:
1-Mahalle-i Hoca Ommar: Bu mahallede Halis Hatun, Gömçe Hatun, Aişe Hatun, Şamlu Kızı Aişe, Kadem Hatun, Melek Hatun, Doymuş Hatun,  Çelik Hatun adlı kadınlar aile reisleri idi. bunlardan altısı dul olmak üzere sekiz kadın bu mahallede aile reisi idiler.
2- Kileci Mescidi Mahallesi: Mahallede Gül Paşa Hatun, Dura Hatun adlı kadınlar aile reisi idiler. Kayıtlara göre bu iki dul kadın ailelerinin geçimini sağlıyorlardı.
3-Tercüman Mahallesi: Bu mahallede İzzet Hatun adlı dul bir kadın ailesinin geçimini sağlayacak işler yaparak vergisini ödüyordu.
4-Bezirhane Mahallesi: Mahallede Er Hondi Hatun, Cihan Melek Hatun, Paşa Hatun olmak üzere üç dul kadın vergisini vererek aile reisi olarak kayıt edilmişlerdir.
5-Ali Keke Mescidi Mahallesi: Mahallede Benefşe Hatun, Dura Paşa Hatun, Melek Hatun, Sara Hatun, isimli kadınlar aile reisi olarak kayıt altıma alınmışlardı.
6-Kadı Kemaleddin Mahallesi: Mahallede Ulu Hatun adlı bir kadın aile reisi idi.
            7-Hacı Kuşi Mahallesi: Bu Mahallede Şahin Hatun adlı bir  dul hatun aile reisi olarak vergisini veriyordu.
            8-Meydan Mahallesi: Mahallede Halis Hatun, Hondi Hatun, Gül Paşa Hatun, Satı Hatun, Zahide Hatun, olmak üzere geçimini sağlayan ve vergisini veren dul kadın ev reisleri vardı.
9-Bezci Mahallesi: Er Hondi Hatun isimli dul bayan bu mahallede ailesini geçindiren bir aile reisi idi.
10-Canbaz Mahallesi: Has Paşa Hatun, Kiçi Hatun adlı kadınlar Canbaz Mahallesinin vergisini veren aile reisleri idi.
11-İmaret Mahallesi: Hondi Hatun, Aişe Hatun, Lütuf Şir Hatun, Delü Fatıma adlı  dul kadınlar bu mahallede aile reisleri olarak kayıt edilmişlerdir.
12-Serkiz Mahallesi: Bu mahallede Saliha Hatun, Kutlu Melek Hatun, Armağan olmak üzere üç hane reisi dul kadın bulunmaktaydı.
13- Ahi Mahmud Mahallesi: Aslı Hatun, Aişe Hatun, Kadem Hatun bu mahalenin vergilerini veren aile reisi kadınları idi.
14-Balık Pazarı Mahallesi: Kutlu Hatun, Zeliha Hatun, Davut Kızı olan Hatun, Kuma Melek Hatun, Yaz Hatun, Hadice Hatun olmak üzere beşi dul biri evli 6 kadın olmak üzere bu mahallede ailesini geçindirerek vergi veren ev reisleri idi.
15-Namazgah Mahallesi: Bu mahallede Gevher Hatun, Hadice Hatun, Rabia Hatun, Dura Hatun, Kutlu Melek Hatun adlarındaki kadınlar ev reisi olarak kayıt adlına alınmışlardı.
16-Çaylu Mahallesi: Muhtereme  Hanım bu mahallede evini geçindirebilen bir ev reisi idi.
17-Seydi Mahmud Hayran Mahallesi: Hacı Hatun, Dura Melek Hatun, Rana Hatun mahallenin  vergi veren üç aile reisi kadınları idi.
18-Yağdan Mahallesi: Mahallede yaşayan aile reisleri içerisinde Güllü  Hatun, Alem Hatun, Melek Hatun adlı kadınlar  vardı.
19-İbrahim Varsak Mahallesi: Muhbibe Hatun mahallenin tek kadın aile reisi idi.
20-Altun Kalem Mahallesi: Bu mahallede geçimini sağlayabilecek kadar geliri olan Hadice Hatun, Uslu Hatun, Yusuf Kızı olan Hatun olmak üzere üç aile reisi dul kadın vardı.
21-Arif oğlu Mahallesi: Hadice Hatun, Aişe Hatun, Cüneyt Kızı olan Hatun adlı kadınlar bu mahallede hane reisleri idi.
22-Medrese Mahallesi: Efendire Hatun burada geçimini sağlayarak devlete vergisini ödeyen bir dul kadın idi.
23-Kürt Mahallesi: Mahallede Paşa Melek Hatun ev reisi olarak kayıt altına alınmıştı.
24-Kızılca Köy Mahallesi: Bu mahallede Mahdume Hatun, Fatıma Hatun ve Şah Paşa Hatun olmak üzere üç dul kadın aile reisliği yapmaktaydı.
25-İki Kapu Mahallesi: Nur Hatun, Saadet Hatun ve Aişe Hatun olmak üzere burada üç dul kadın aile reisliğini üstlenmişti
26-Küzurlar Mahallesi: 20 hane olan bu mahallede bir hanenin reisi dul bir kadın olan Tura Paşa Hatun idi.
27-Ahi Yadigar Mahallesi: Mahallede Saadet Hatun, Pin Hatun, Tamam Hatun, Ulu Paşa Hatun adlı dul kadınlar geçimini sağlayarak vergi verebilen aile reisleri idi.
28-Celal Oğlu Mahallesi: Şah Paşa Hatun’un burada ev reisliği yaptığı kayıt altına alınmıştır.
29-Hacı Kayan Mahallesi: Bu Mahallede Mazule Hatun ve Aişe Hatun olmak üzere iki dul kadın vergisini vererek ev reisliği yapıyordu.
30-Kazancı oğlu Mahallesi: Can Hatun, Hadice Hatun, Paşa Hatun, Kiçi Hatun adlı kadınlar hane reisi olarak evlerinin geçimlerini sağlıyorlardı.
31-Gurgin Mahallesi: Mahallede Kiçi Hatun ve Doydu Hatun vergilerini vererek evlerini geçindiren iki dul  kadın olarak ev reisliği yapıyorlardı.
32-Ahi Celal Mahallesi: Aişe Hatun,  ve Cariye Hatun adlı dul kadınlar ev reisi olarak kayıt altına alınmışlardı.
33-;Cerrah oğlu Mahallesi:  Mahallede Fatıma Hatun ve Aişe Hatun olmak üzere iki kadın aile reisi mevcuttu.
O devirde Akşehir’de en çok kullanılan kadın adının Melek olduğunu görüyoruz. Yine Peygamberimizin(S.A.V) eşi olan Aişe adı da çok kullanılanlardandı.  Yine o devirde Kiçi, Mazule, Cariye gibi farklı isimlere de rastlanmaktaydı.