24 Aralık 2014 Çarşamba

SEYYİD ABDULLAH’IN GERÇEK HAYAT HİKÂYESİ


Seyyid Abdullah, Akşehir Çakıllar köyüne yerleşerek burada bir zaviye kurmuş ilim adamlarından birisidir.
Çakıllar köyüne yerleşen Seyyid Abdullah ile Argıthan’da yaşayan Şeyh Abdullah’ın hayat hikâyeleri ne yazık ki kaynaklar tarafından birbirine karıştırılmış ve sanki bir kişi imiş gibi anlatılmaktadır. Akşehir’de ışık olmuş bu kişileri tarihi hakikatlere uygun olarak ve gerçek kaynaklara dayanarak tanıtmaya çalışacağız.
Şeyh ve Seyyid birbirlerinden farklı kavramlardır. Şöyle ki; Seyyid; Efendi, bey, ileri gelen baş, reis demektir. Nesebi Hz. Hüseyin (RA) yoluyla Resûlullah’a (S.A.V) ulaşan kimseleri ifade eden Arapça bir sıfattır. Şeyh ise tarikat veya zaviye yöneticisidir. Seyyidlik soydan gelmekte, Şeyhlik ise yönetici olduktan sonra alınan bir unvandır.
Seyyid Abdullah, Akşehir’de zaviyesi bulunan Seyyid Yunus’un çocuklarından biridir. Vakıf defterlerinde İstanbul’un fethine Seyyid Yunus’un çocuklarının gittiği belirtilmektedir. 1417 yılında Akşehir’de ölen Seyyit Yunus’un yerine büyük oğlu geçtiği için Şeyyid Abdullah’ın küçük kardeş olması muhtemeldir. Buna göre Seyyid Abdullah 1400’lü yılların başında Akşehir’de doğmuştur.
İlk eğitimini babasından almış, zaviyede kendini yetiştirmiştir. Babasına Karamanoğlu Alaeddin Ali Bey tarafından verilen Çakıllar Köyü’ne giderek buraya yerleşmiş ve kendi zaviyesini kurmuştur.
Seyyid Abdullah Efendi, hayır yapmayı, elinde ne varsa fakirlerle paylaşmayı severdi.  Zaviyesine gelen misafirleri iyi karşılar, onları üç gün karşılıksız olarak besler ve barındırırdı. Onların getirdiği hediyeleri fakirlerle paylaşırdı.
1453 yılında İstanbul Fethi’ne asker olarak katılmış ve bundan dolayı Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından cezalandırmak maksadıyla vakıf topraklarından bir kısmı alınarak tımara verilmiştir.
1483 yılındaki vakıf kayıtlarında zaviye şeyhi olarak oğlu Seydi Ali’yi görüyoruz. Dolayısıyla Seyyid Abdullah, 1483 yılında önceki yıllarda vefat etmiştir. Zaviyesinin naziresine gömüldü. Günümüzde Çakıllar Köyünde bulunan türbe içerisinde kitabesi olmayan mezar büyük bir olasılıkla Şeyh Veli Baba’ya ait olmayıp Seyyid Abdullah’a  aittir.
Seyyid Abdullah, Zaviyesinin uzun yıllar ayakta kalabilmesi ve masraflarının giderilmesi için bir vakıf kurmuştu. 1483 yılı vakıf kayıtlarına göre:
“Seydi Yunus Zaviyesine Verile Gelen Yaklaşık 50 Dönüm Olduğu Tahmin Edilen Arazi ve Meyveli Ağaçların Vergisi Geri Verilerek  “Mülkü Devamlı Olsun” Padişahın Hükmü ile Şeyhlik Makamı Seydi Ali’nin Tasarrufunda Olan Akşehir’e Bağlı Çakırlar Köyünde Seyyid Abdullah Zaviyesi Vakfı
Şehir’de bulunan taş değirmen altıda biri senelik 200
Meyve ve sebze bahçesi 4 sıra,
Ceviz ağaçları 15 sıra
Bütün mahsullerden oluşan gelirler ve değirmen ve ceviz ve koyun, keçi vergileri ve diğerleri 300”
Kayıtlardan anlaşıldığı üzere Şeyh Abdullah’ın yerine Şeyhlik makamına Seydi Ali geçmiştir. İ. Hakkı Konyalı’nın yazdığı gibi Şeyh Veli Baba değil, dolayısıyla Çakıllardaki türbede yatan kişide Şeyh Veli Baba değil, Seyyid Abdullah’tır.
1530 tarihli 387 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Karaman Ve Rûm Defteri kayıtlarında Seyyid Abdullah’ın Akşehir Çakırlar Köyü’nde bir zaviyesi olduğu belirtilmektedir.

Yüz yıllar boyu hizmet veren bu zaviyeden günümüze bir türbe nişane olarak kalmıştır.

KANUNİ’NİN TANIŞTIĞI ŞEYH ABDULLAH’IN GERÇEK HAYAT HİKÂYESİ


Şeyh  Abdullah,   1500’lu yıllarda Argıthanı köyünde  bir zaviye kurmuş ilim adamlarından biridir.
 Şeyh Abdullah,  1400’lü yıllarda Çakıllar’a yerleşen Sayyid Abdullah ile karıştırılmaktadır. Kaynaklarda yüz yıl önce yaşamış olan Seyyid Abdullah’ın 1553 yılında Akşehir’e gelen Kanuni Sultan Süleyman’la görüşmesi tarihi hakikatlere aykırıdır. Ayrıca Akşehir’den Konya yönünde giden Kanuni’nin Argıthanı’ndan geçtiği kaynaklarda belirtilmektedir.
Şekayik Numaniye adlı eserde ise Şeyh Abdullah’ın babasının adının Hacı Mahmut olduğu belirtilmektedir.
Şakayık zeyli’ni yazan Atai eserinde Şeyh Abdullah hakkında şunları yazmaktadır:
Akşehir’e gelen Kanuni, orada Şeyh Abdullah Efendi’yi ziyaret eder. Veliaht olarak göstereceği şehzade hakkında görüşünü ister. Şeyh Abdullah Efendi, Şehzade Selim’i işaret eder.
Kardeşi ile iktidar savaşına giren Şehzade Beyazıt, kardeşinin hazırlıklarını tamamlamasına fırsat vermeden bastırmak üzere derhal Konya’ya yürüdü. Mayıs 1559’da Akşehir’e geldi. Kanuni’nin oğlu Şehzade Beyazıt, Şeyh Abdullah Zaviyesi’ne gelerek, Şeyh Abdullah Efendi’den yardım etmesini, teberruken kılıç kuşatmasını istemiş. Şeyh Efendi kılıç kuşatmış, daha sonra:
-Şehzadem senin bu niyetinde hayır yoktur. Boş yere nifak ve şekavet bayrağını açma, rahat otur, demiştir.
Şeyh Abdullah, Beyazıt’e kerameti ile başarılı olamayacağını söyleyerek yaptığı nasihati o dinlememiş, kanlı maceraya atılmış, sonunda kendisi ve çoluk-çocuğu yok olmuştur.
Şehzade Beyazıt’dan sonra 1560 yılında  Zaviye’yi kardeşi Şehzade Selim ziyaret eder. Yardım etmesini ister. Şeyh Abdullah Efendi, Şehzade’yi tebrik ederek, tahtın kendisine nasip olacağını müjdelemiştir.”
Atai eserinde Şeyh Abdullah Efendi ile ilgili şu olayı da anlatır:
“Bir rivayete göre Akşehir’i çekirge istila eder. Bütün mahsul yok olur. Şeyh Abdullah Efendi’nin tarlası hiç zarar görmez. Sebebini soranlara;
-Onlar kimsesizlerin, yoksulların hakkıdır. Onlar cömertlik tohumlarının başaklarıdır. Hayvanlar bile fukara hakkına saygılıdırlar. Buna şaşılacak ne var demiş..”
Şekayik Numaniye adlı esere göre Şeyh Abdullah H. 792/M.1565 yılında vefat etmiştir. Şeyh Abdullah Zaviyesi, Argıthanı-Doğanhisar yolu üzerinde idi. Şeyh Abdullah ölünce bu zaviyesinin naziresine gömüldü.
İbrahim Hakkı Konyalı eserinde Şeyh Abdullah’ın yerine oğlu Şeyh Veli Baba’nın geçtiğini yazar. 1583 yılı Akşehir İcmal Defterine göre; Abdullah oğlu Şeyh Veli Baba Tımarı, Akşehir  Sancağına bağlı Doğan Hisarı Nahiyesine bağlı Arkıd olarak bilinen Dibeklu Köyü  5000, Yine Doğan Hisar’a bağlı Ark mezrası 1500, toplam: 6500 Akçe geliri vardır.” şeklinde belirtmektedir.
Yine bu defterde: “sefer için bu köyden geçerken Şeyh Abdullah’a işletilmeyen topraklar işletilmek şartıyla verilmiş ve bu topraklar kazınarak ürün ekimine hazırlanmıştır” şeklinde bir not vardır. Buradan anlıyoruz ki  Kanuni sefer sırasında Şeyh Abdullah’a hatırı sayılır bir arazi vermiştir.

Muharrem Bayar’a göre;Tefsir ve hadise dair risaleleri ve şerhi akaidin iman bahsini izah eden bir kitabı vardır.

11 Aralık 2014 Perşembe

AKŞEHİR ÜZÜMÜ VE “HAYRIN OLSA SULTANINA OLURDU”


            Akşehir’deki bağlar ve üzümü pek çok tarihi kaynakta yer almıştır. Selçuklular devrinde Akşehir’de yoğun bir şekilde üzüm yetiştirilmiştir. Özellikle o devirden kalma vakfiyelerde Akşehir’in dört bir yanında var olan bağların vakfedildiğini görmekteyiz. Örneğin Akşehir Alanyurt köyündeki Hacı İbrahim Sultan Vakfı’nda, Akşehir’de bir üzüm bağı, Akşehir’de Hacı Adil Bağı, Mâruf Köyü'nde Kârkâ üzüm bağı, Mâruf Köyü'nde Kadı bağı denilen üzüm bağı, Nadir Köyü'nde üzüm bağı vakfiyede yer almaktadır.
Yine Seydi Mahmud Hayran Zaviyesi Vakfı gelirleri arasında bağlar yer almaktadır. Örneğin, Bürçek Köyündeki  bağın arazisi,  Akşehir’deki Polad bağı, Kozağaç köyündeki bağ, Eğrigös Köyü’ndeki (günümüzde Doğrugöz) bağın iki sırası, Nadir( günümüzde Atakent) köyündeki bağın bir bölümü, Eğrigös köyündeki diğer bir bağın 2 bölümü, Yenice Köyündeki ekinlik olan bağ gibi vakıflar vardır.
O devirde buralarda yetişen üzümler padişahların, beylerin ağzına layıktı. Hediye olarak onlara Akşehir üzümü götürülürdü. Şikari’nin Karamannamesi’nde Akşehir üzümünün yer aldığı bir tarihi vaka anlatılmaktadır. Bu esere göre:  Karamanoğlu Beyi II. İbrahim Bey, Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethettiği yılda vefat eyledi. Bir Veziri var idi.  Adına Ahmed Paşa derlerdi. İb­rahim Han, Ahmet Paşa'yı İstanbul'a, mübarek bâd'a (kutlamaya) gön­derdi: Ahmet Paşa varıp, İstanbul’da üç ay kaldıktan sonra İbrahim Bey'in mubarek bâd (kutlama) mektubunu verdi.
Bir gün Fatih Sultan Mehmet, Ahmet Paşa'yı tenhaya çağırıp bir miktar zehir verdi. Dedi ki:
“-Eğer Karamanoğlu İbrahim Han'a verip helâk edersen, diyarı Karaman'ı sana ebedî veririm” dedi.
Veziri bîdin (dinsiz) zehri alıp, Lârende'ye(Karaman’a) geldi. Meğer son güz ayı idi. Akşehir’den çok miktarda yaş üzüm alıp geldi, ol zehri bir salkım üzümün içine zarafetle işledi. Bir tabağa gayri (başka) üzüm koyup İbrahim Han'ın önüne gö­türdü. İbrahim Han üzümü görüp, taze üzüm hoş geldi ve yedi.
“-Daha var mı?” diye sual eyledi.
“-Vardır” deyip  hain Vezir, zehirli üzümü götürdü, İbrahim Han alıp yedi. Daha sonra zehir etkisini gösterdi ve  İbrahim Han yıkıldı. Alıp sarayına götürdüler. Yirmi altı gün yattı, Ondan sonra öldü.
Bir rivayette göre ise kendi eceli ile vefat etmiştir. Doğrusu ise yukarıdaki gibidir.  Çünkü Osmanlı­ların zehir verdiğini söyleyen oğlu Kasım Bey'dir .
Ahmet Paşa zehir verdiği saat kaçıp, İstanbul'a gitti. Sultan Mehmet buyurdu. Ahmed Paşa'yı astılar, dediler ki:
“-Hayrın olsa Sultanına olurdu”.


AKŞEHİR ÜZÜMLERİNE SAHİP ÇIKILMALI


Konya bağcılığı antik çağlardan günümüze uzanmaktadır. Ereğli ilçesi İvriz mevkiindeki taş kabartma tabiat anıtı ile Aladağ Vadisindeki antik eserlerde bağ ve üzüm resmedilmektedir. Günümüzde modern bağ örneklerine hemen her ilçede değişik boyutlarda rastlansa da mevcut bağların çoğu yaşlı, geleneksel niteliklerini koruyan yapıdadır. Akşehir’de de durum aynıdır. Dekara üzüm verimi Akşehir’de (350 kg/da) kadardır.
Akşehir’de bağ alanı Akşehir Gölü Tuzlukçu havzasıdır. Akşehir’de Konya’nın diğer bölgelerinde yetişmeyen ilçeye özgü pek çok üzüm çeşidi vardır. İşte Akşehir Üzüm çeşitleri::
1- Buzağı Boku, Akşehir yöresinde bulunan, konik salkımlı, küresel, mavi-siyah taneli, 3 çekirdekli, sofralık-şıralık bir çeşittir.
2-Büzgülü, Akşehir yöresinde bulunan, silindirik, orta iri (313 g) salkımlı, geniş oval, yeşil-sarı, küçük (3.2 g) taneli, 2 çekirdekli, sofralık bir çeşittir.
3-Dik Ak Üzüm, Akşehir yöresinde bulunan, silindirik salkımlı, küresel, yeşil-sarı taneli, 2-3 çekirdekli, şıralık-sofralık bir çeşittir.
4-Dik Kızıl Üzüm, Akşehir yöresinde bulunan, silindirik salkımlı, küresel, bordo-kırmızı taneli, 3 çekirdekli, sofralık bir çeşittir.
5-Dimrit Kızıl üzüm, Akşehir yöresinde bulunan, konik salkımlı, küresel, pembe-kırmızı taneli, 1 çekirdekli, sofralık bir çeşittir.
6-Er Dimrit, Akşehir yöresinde bulunan, Kaba, Siyah Dimrit adlarıyla da bilinen, fonksiyonel dişi çiçekli, konik, orta iri (351 g) salkımlı, küresel, küçük (2.2 g), mavi siyah renkli, aromatik taneli, 2-3 çekirdekli, sofralık-şıralık bir çeşittir,
7-Gelin Öldüren, Akşehir yöresinde bulunan, konik salkımlı, küresel, pembe-kırmızı taneli, 1-2 çekirdekli, sofralık bir çeşittir.
8-Haki Erce, Akşehir yöresinde bulunan, konik salkımlı, elipsoidal, siyah taneli, 2 çekirdekli, sofralık bir çeşittir.
9-Sık Büzgülü, Akşehir yöresinde bulunan, silindirik salkımlı, elipsoidal, siyah taneli, 2 çekirdekli, sofralık bir çeşittir.
10-Siyah Dimrit, Akşehir yöresinde bulunan, konik salkımlı,söbe, siyah taneli, 1-2 çekirdekli, sofralık-şıralık bir çeşittir.
11-Siyah Gemre, Akşehir yöresinde bulunan, Gemri adıyla da bilinen, konik, küçük (179 g) salkımlı, küresel, siyah, küçük (1.9 g) taneli, 1-3 çekirdekli, şıralık-sofralık bir çeşittir.
12-Tavşan Böbreği, Akşehir yöresinde bulunan, dallı-konik salkımlı, yuvarlak, mavi-siyah taneli, 3 çekirdekli, sofralık bir çeşittir.
13-Tavuk Üzümü, Akşehir yöresinde bulunan, silindirik salkımlı, elipsoidal, yeşil-sarı taneli, 1-3 çekirdekli, şıralık-sofralık bir çeşittir.
14-Tilki Kuyruğu, Akşehir yöresinde bulunan, konik salkımlı, küresel, yeşil-sarı taneli, 2-4 çekirdekli, sofralık bir çeşittir.
15-Zeytin Üzümü, Akşehir yöresinde bulunan, konik salkımlı, oval, mavi-siyah taneli, 1-3 çekirdekli, sofralık bir çeşittir.
16-Yuvarlak Çekirdeksiz [Akşehir-Beyşehir yöresinde bulunan, orta iri (220 g) salkımlı, küçük (2 g) yeşil sarı renkli, kısa elips taneli, çekirdeksiz, sofralık] çeşitleri değişen oranlarda yer almaktadır.
Akşehir gölünün kuruması, üzüm bağlarının yaşlanması ve hastalanması gibi doğal nedenlerin yanı sıra insanların bilinçsizce tarım ilaçlarını kullanması, üzümden başka daha fazla gelir getiren ürünlere yönelmesi Akşehir’e özgü üzümleri tehdit etmektedir. Bu nedenle Akşehir üzüm çeşitlerine sahip çıkılmalıdır.

Kaynak: Merhaba Gazetesi Akademik Sayfalar (4 Haziran 2014)

AK KOYUNLU HÜKÜMDARLIĞINDAN AKŞEHİR SANCAKTARLIĞINA


Ak koyunlu hükümdarı Murat Bey, Şah İsmail’den kaçarak 1510 yıllarında Osmanlılara iltica etmişti. Kendisine Akşehir zeamet verilerek sancaktarlığına getirilmişti.
Ak Koyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın torunlarından Murat, Şiraz’da  Ferruh Şad  Bey’in yardımı ile 1497 yılında hükümdarlığını ilan etti. Aynı yıllarda Elvend Mirza, Azerbaycan’da, Muhammedi Mirza’da Yezd’de hükümdarlıklarını ilan ettiler. Muhammedi Mirza, Elvend ve Murat ile İsfahan yakınlarında 1499 yılında yaptığı savaşı kayıp etti ve öldürüldü.  Bunun üzerine Murat, Irak ve Fars’ı istila etti. Elvend Mirza ile anlaştı. Fars ve Irak, Murat’a kaldı.
Hamedan’da bulunan hükümdar Yakup oğlu Murat, 1501 tarihinde Şah İsmail’in kuvvetli taarruzları sonucunda yenilerek Bağdat’a kaçmıştır. 1508 tarihine kadar Akkoyunlu devletini buradan yönetmeye çalışan Murat Bey bu tarihte Şah İsmail’in Irak ve Fars’ı alması sonucu Dulkadiroğlu Alaüddevle’ye iltica etmiş ve ona damat olmuştu.
Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı padişahı olması üzerine Ak Koyunlu hükümdarı Murat Bey, Osmanlı devletine sığındı ve çok iyi bir şekilde karşılanan Murat Bey’e Akşehir zeameti verilmişti. İltica ettiği zaman kendisine yazılan fermanda: “Cenab-ı emâretmeab eyalet nisab devlet intisap Murat Bey damet maalihü” diye hitap edilirken Akşehir Zeamet verildikten sonra devlet hizmetine alınarak “İftihar-ül ümerail izam” diye yazılmıştır.
Fermandan da anlaşılacağı üzere Akşehir’e Bey olarak gönderilen Murat Bey 1510 yılında itibaren Akşehir yöneticiliği yapmaya başlamış ve 1514 yılındaki Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferine katılmak için Akşehir’den ayrılmıştır.  Ak koyunlu hükümdarı Murat Bey, yaklaşık dört yıl Akşehir’de kalmış ve bir bey olarak Akşehir’i yönetmişti.
Murat Bey, Yavuz Sultan Selim’le birlikte Akşehir’den ayrılmış ve İran seferinde beraberinde bulunmuştu. Çaldıran Muharebesi’nde büyük yararlılıkları olmuştur.
Çaldıran Muharebesi’nden sonra Selim’in verdiği kuvvetle Diyarbekir’i zapta teşebbüs etti ise de Şah İsmail tarafından Urfa Valisi olarak gönderilen Eçe Sultan Kaçar, Murat Bey’in yedi bin kişilik kuvvetini bozmuş ve bu suretle Murat Bey, muvaffak olamamış, çarpışmadan maktul düşmüş ve başı kesilerek 1514 tarihinde Şah İsmail’e gönderilmiştir.

Bayındırlı damgasını kullanan Ak koyunlu hükümdarı Yakup oğlu Murat Bey, Akşehir’de yöneticilik yapanların içerisinde yerini almıştır.

26 Kasım 2014 Çarşamba

SEYDİ YUNUS ZAVİYESİ VE ZAVİYE VAKFI


Seydi Yunus, Akşehir’in Meydan Mahallesi’nde on dördüncü yüzyılın son çeyreğinde zaviyesini yapmıştı ve bu kurumun ayakta kalması için Seydi Yunus Zaviyesi Vakfı’nı kurmuştu.
Seydi Yunus Zaviye binası bugünkü türbesinin çok yakınında idi. Ancak bina günümüze ulaşamamıştır. Bu zaviyede görev yapanları tarihi kaynaklarda aradığımızda 1453 yılında Seydi Yunus’un evlatlarının Osmanlılarla birlikte İstanbul’un fethine katılması nedeniyle Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından cezalandırmak maksadıyla vakıf arazilerinin bazılarının ellerinden alınarak tımara verildiğini görmekteyiz.
1483 tarihli Murat Çelebi Defterinde ise Zaviye yöneticisi olarak Seyyid Hasan’ı görmekteyiz. Yine bir iddiaya göre bu kişinin mezarı Seydi Yunus’un yanındadır.
1700’lü yılların ikinci yarısında Seydi Yunus zaviyesinin son mütevellisi Mevlevizade Hafız Dede idi. Mezarı Seydi Yunus Türbe mezarlığındadır. Hacı Haşim Efendi’nin büyük babasıdır.
1814 yılında ölen Hacı Haşim Efendi, Seydi Yunus Zaviyesi’ni tamir ettirdi ve idareyi ele aldı. Kendisi Mevlevi idi. Bu nedenle zaviye bu tarihten itibaren Hacı Haşim Zaviyesi olarak anılmaya başlandı.
Seydi Yunus Zaviyesi için bir vakıf kurulmuştu. Bu vakfın ana şartnamesi günümüze kadar ulaşmamıştır. Ancak çeşitli yıllarda devlet tarafından yapılan kayıtlarda bu vakıfla ilgili pek çok bilgi vardır. Seydi Yunus Vakfı’nın gelirleri 1476’da 4221 akçe, 1483’te 2550 akçe, 1500 tarihinde 6770 akçe, 1524’te 4605 akçe ve 1584 tarihinde ise 6110 akçe olarak kaydedilmiştir.
1483 yılı kayıtlarında zaviye ile ilgili bilgiler şu şekilde yer almıştır.
“Toprağı Temiz Olsun” Sultan Mehmed’in Hükmü İle Kararlaştırılmış Seyyid Hasan Tasarrufundaki “Rahmetin En İyisi Olsun” Seydi Yunus Zaviyesi Vakfı
Gelirlerinden elde edilen vergisi 2.675 olan Akşehir’e bağlı Bisse ve Çakırlar Köyleri, Adı geçen köyleri İbrahim Bey’in atası vakfetmiş, İbrahim Bey zamanında vergileri de vakfa tasarruf olarak verilmiş, Osmanlı’nın İstanbul fethine Seydi Yunus’un evlatlarının katılası nedeniyle Karamanoğlu İbrahim Bey vergisi olan 1873 akçe’yi onlardan alıp tımara vermiştir.
 Eğrigös köyünde 2 kıtası mamur 1 kıtası harap Senelik:50
Akşehir Civarında Abbas’ın dolabı denilen yer senelik 30
Manifaturacılar çarşısına yakın dükkan arazisi;senelik:40
Atsuz’da su kenarı üzerinde şehir sınırında arazi parçası
Pirinin atölyesi olarak bilinen yer
Atsuz köyündeki bir kıa meyve ve sebze bahçesi
Maczuman bitişiğindeki arazi
Monos sınırındaki arazinin üç parçası
Çengi yeri denmekle meşhur şehir sınırındaki arazinin 1 kıtası
Çiftlik köyündeki bahçeden gelen gelirlerin dört hissesi
Eski günlerden bir nesne alıp gelmemişlerdir şeklinde çoğunluğun şahitlik etmesi ile Akşehir Kadısı Seyyid Hasan’ın mülküdür diyerek eline bir belge verdi buna göre: Selamet Bağı, Turan bağı, Kadı Bağı ve Şeyh Mahmut bağı gibi üzüm bağlarıdır.
Akşehir’deki Gölçük bağı bir kıtası adı geçen evladı vakfına
Yekün:2650
Akşehir Merkezindeki bir Başhane günlük:4
Sultan Mehmet’in kararnamesi ve Sultan Cem ve Sultan Mustafa’nın nişanlarının olduğu zikredilen hükümler kayıp olduğundan Sultan Mehmed’in vefatına değin tasarruflarında olduğunu herkesin olduğu bir toplantıda çoğunluğun şahitlik etmesi ile karar verildi.
            Bulgaristan’dan getirilen ve 1535 yıllarına ait olduğu sanılan kayıtlara ise;
AKŞEHİR MERKEZİNDE ŞEYH YUNUS ZAVİYESİ VAKFI
Akşehir’e bağlı Çakırlar Köyü Genç-öz İliveren mezrası
Gelirler:2088, Gider: 250’den 1750, Buradaki Arı Kovanlarının yarısı:20, Buradaki Değirmenin yarısı:140, Üzüm bağları: 150, Bostan bahçesi:20,
Akşehir’e bağlı Bisse Köyü (Çamlı Köyü)
Gelirler:2065, Gider: 250, Buradaki Arı Kovanlarının yarısı:20, Üzüm bağları: 150, Bostan bahçesi:20, Ceviz:100, Bostan:15 Yekün:4.143
Abbas’ın Dolabı adı ile bilinen meyve ve sebze bahçesi:100
Atsuz Köyündeki ev arazisi 2 kıta senelik:70
Ayakkabı satılan yerdeki ayakkabı dükkanı senelik:20
Kozağaç’taki arazi 1 kıta senelik:50
Orta nokta denilen şehrin sınırındaki diğer araziler senelik:13
Şehrin sınırındaki kabak arazisi 1 kıta 75
Atsuz Köyündeki bahçe senelik.50
Eski defter neticesinde Akşehir merkez Başhane günlük:4 senelik:20’den 1440
Toplam olarak:4538
Masraflar Şeyhlik makamı giderleri: 1513
Misafirlerin yemek giderleri:3020
Akşehir’de Üzüm Bağları ki, Selamet Bağı, Boran bağı, Kadı Bağı ve Şeyh Mahmud bağı (……), Gökçek Bağı
Akşehir merkezindeki Başhane, yukarıda adı verilen Mevlana Vakfına günlük:3 Senelik:1440
            Her iki kayıtta incelendiği zaman Çakıllar ve Bisse köylerinin vakıf olduğunu, Akşehir ve çevresinde bol miktarda üzüm bağlarının vakfa ait olduğunu, zaman içerisinde hemen yanı başında bulunan Mevlevi Vakfı’na bu vakıftan para aktarıldığını belgelerden anlıyoruz. Ayrıca Karamanoğlu Alaattin  Ali Bey, İbrahim Bey ve Fatih Sultan Mehmet ile Şehzadeler Sultan Cem ve Sultan Mustafa’nın kayıtlarda ismine rastlıyoruz.


SEYDİ YUNUS TÜRBESİ VE MEZARLIĞI


Seydi Yunus Türbesi, Akşehir Meydan Mahallesi’nde uzun yıllar içerisinde mahalle mezarlığına dönüşen bir mezarlık içerisinde yer almaktadır.
Seydi Yunus Türbesi zamanla yıkılmış ve sadece üzerinde kapı olan duvar sağlam kalmıştır. Girişin üzerinde yekpare mermer kemerin üzerinde kitabesi bulunur. İki satır kitabesinde şu sözler yazılıdır:
            “Haze’l-turbe-i şerif el-mefahiru’l-saadat es-Seyyid Yunus rahmetallahu Teala Min kutbu’l-aktab vefatı. Sene, 820.” 1417
            Kitabeye göre kutuplar kutbu Seyyid Yunus H.820/M.1417 yılında vefat etmiştir. Kitabeye göre Hazreti Muhammed’in soyundandır. Acık türbede 4 yatır sandukası vardır. Söylentiye göre birisi eşi, birisi oğlu, diğeri de hizmetlisidir. Ancak Mustafa Cavit’e göre; bu üçü yan yana biri ayrı olan mezarların birisi Seydi Yunus, diğer ikisi de Seydi Yunus sülalesinden gelen Şeyh Hacı Haşim ve onun kardeşi Şeyh Hasan’dır.
            Seydi Yunus’un türbesi etrafı zamanla ölen yakınlarının gömülmesi nedeniyle mezarlar artmış, daha sonraları ilgili ilgisiz kişilerin buraya gömülmesi mezarlığı daha da büyütmüştür. Hatta buraya yakın olan Mevlevihane’de yaşayanlardan da ölenler buraya gömülmüşlerdir. Bunu da orada olan Mevlevi sikkeli mezar taşlarından anlıyoruz. Yine Şeyh Haşim’in büyük babası olan Mevlevizade Hafız Dede türbe yanındaki mezarlığa gömülmüştür. Dolayısıyla Seydi Yunus’un Türbesi etrafı mahalle mezarlığı haline gelmişti.
Zaman içerisinde bu mezarlık bozulmaya yüz tutmuştur. Öyle ki bu mezarlığa yakın olan evlere mezarlıktan toprak satılmış ve mezarlar kaldırılarak bahçe ve evler yapılmıştı.
Bugün sadece bir duvarı ve kapı yeri olan türbenin 1922 yıllarında üzerinde bir dam mevcuttu. Zamanla bu dam yıkılmıştı. Türbe’nin tamamen ortadan kayıp olmasını önleyen Akşehir’in meşhur belediye başkanlarından Tacettin Yaltırık’tır. Evinin bitişiğindeki türbeyi ve bahçesini satın alarak kendi şahsi koruması onları aldı.
Son yıllarda yapılan bakım ve onarım sırasında yerler kazıldı ve pek çok mezar taşları gün ışığına çıkarıldı. Bunların pek çoğu Selçuklular devrinden kalmadır.


AKŞEHİR’DE EVLİYALARIN EN BÜYÜKLERİNDEN BİRİ: SEYDİ YUNUS


Seydi Yunus, Akşehir Meydan Mahallesi’nde türbesi bulunan ve “kutbu’l-kutub” olarak nitelendirilen büyük bir evliya idi.
Akşehir’deki türbesindeki kitabeye göre H.820/M.1417 yılında vefat etmiştir. Bu tarihe göre Seydi Yunus, 14. yüzyılın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın başlarında Akşehir’de yaşamıştır. Bu devirde Akşehir adeta bir tenis topu gibi bir Karaman oğullarının eline geçmekte, bir Osmanlı devletine geçmekte idi.
Seydi Yunus’un hayati hakkında ne yazık ki yeterli bilgi yoktur. Onun hayatı hakkında bilgi veren üç kaynak vardır. Birisi türbesindeki kitabedir. Bu kitabeye göre  Seydi Yunus, Peygamberimizin soyundan gelmektedir.  “Mefhari’s-saadat es-Seyyid” tamlaması peygamber soyundan gelenlerin iftihar edecekleri bir efendi olduğunu belirtiyor. Ayrıca bu sıfatlar Nakşibendîler tarafından kullanılmaktadır. Bu da Seydi Yunus’un Nakşibendî olduğunu gösteriyor. Nitekim bazı kaynaklar onun Nakşibendî halifesi olduğuna yer verir.
 Bir diğer kaynakta Şair Haki’nin “Akşehir Medhiyesi”dir. Burada:
O Seyyid Yunus’u görsen gezer sancağı şahane
Eğer şah u eğer bende otağın kurdu meydane
O nesl-i ism-i ahsen kim oturmuştur emirane
 “O Seyyid Yunus ki şahane sancağın altında gezmektedir. O’nu gören şahlar, kullar hemen yanına gelip, çadırlarını kurar, O’nun gölgesinde, himayesinde otururlar.
O’nun güzel ismi gönüllere yer etmiştir. Nesli bu şöhreti devam ettirmektedir.
Seydi Yunus ile ilgili diğer bir kaynakta vakıf defterleridir. Bu kayıtların bazılarında Seydi Yunus’un adı Şeyh Yunus olarak yer almıştır. Çok zengin bir vakfı vardır. Bu vakıf Akşehir merkezindeki Seydi Yunus Zaviyesi için kurulmuştu. Vakıf Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey(1361-1398) zamanında kurulmuştur.
Seydi Yunus Zaviyesi’ne devam eden genç, orta yaşlı, ihtiyar her zümreden insan, gerekli dini ilimleri okuyarak ve yaşayarak öğrenirdi. Ayrıca,  Zaviye’ye bir yolcu geldiği zaman, eşya ve hayvanları yerleştirildikten sonra hamama sokulur, güzelce yıkanır, sonra bir odaya alınıp, yiyecek ve içecek ikrâm edilirdi. Akşam namazından sonra zaviyede Kur'ân-ı Kerim okunur ve gece teheccüd namazına kalkılır idi.
Vakıf kayıtlarına göre; Seydi Yunus’un Akşehir Meydan Mahallesi’ne Çakıllar köyünden gelmesi muhtemeldir. Nitekim onun evlatları Çakıllar ve Bisse(Çamlı) Köyü’ne geri dönmüşlerdir.
Seydi Yunus’un kurmuş olduğu Seydi Yunus Zaviye Vakfı’na Çakıllar ve Bisse(Çamlı) köylerini vererek en büyük bağışı yapan Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey’dir. Ancak onun torunu olan Karamanoğlu İbrahim Bey, Seydi Yunus’un oğullarının Osmanlılarla birlikte İstanbul’un fethine katılması nedeniyle onları cezalandırmak için vakfedilen bazı yerlere el koyarak tımara vermiştir.
Çelebi Mehmet zamanında 1414 tarihinde Akşehir yönetimi Osmanlılara geçti. Bu tarihten üç yıl sonra Seydi Yunus, Akşehir’de vefat etti. Naaşı Meydan Mahallesinde bulunan zaviyesinin yanındaki türbeye konuldu. Bazı kaynaklar Kanuni zamanında(1520-1566) Akşehir Çakıllar köyünde yaşayan Şeyh Abdullah Efendi’nin oğlu olduğunu belirtirler. Ancak bu tarihi gerçeklere aykırıdır. Olsa olsa torunun torunudur.

Seydi Yunus, Akşehir’in tarihi kültür hayatının yapı taşlarından biridir.

21 Kasım 2014 Cuma

1530’DA AKŞEHİR YÖNETİCİSİ: FERRUHŞAD BEY


            Osmanlı İmparatorluğunu Kanuni Sultan Süleyman yönettiği 1530 yılında Akşehir sancağını da padişah adına Ferruh Şad Bey yönetiyordu.
            Akkoyunlu/Bayındır Türkmenlerinden olan Ferruh Şad Bey, Uzun Hasan Bey’in amcası torunu olan Korkmaz Bey’in oğludur. 1500’de Akkoyunlu devletinde vali olan Ferruh Şâd Bey Bayındır, Sultan Yakup'un oğlu Murad 'ı tahta çıkardı ve -Şiraz'da hükümdar ilân etti.
1507 yılında Trabzon Valisi olan Yavuz Sultan Selim, padişah babasının pasif kaldığını iddia ederek Erzurum üzerine sefer düzenledi. Bu sefer esnasında Akkoyunlu / Bayındır beylerinden Ferruhşad ile Mansur beyleri kendi yanına çekti. Daha sonraları padişah olan Yavuz Sultan Selim, 1514 yılında İran’daki Safeviler üzerine sefer düzenledi. Sultan Selim, 23 Nisan 1514’de Akkoyunlu Türkmen ulusuna mensup, Ferruhşâd Bey’e de, Şah İsmail’e karşı birlikte hareket etmek için bir mektup göndermişti.  Bu arada, Fırat Nehri kenarlarında, Akkoyunlu Türkmen beylerinden Ferruhşâd Bey Sultan Selim’in huzuruna gelerek “arz-ı ubudiyyet” göstermiş, Padişah bundan fevkalâde memnun olmuştur. 
Bayındırlu’dan Ferruhşâd Bey, birer bölük asker ile dil (haber) almak için ileri tarafa gönderilmişti. Ferruhşâd Bey Turhan valisi Kızılbaşı ele geçirdi ve Bu sırada Ümerây-i Türkmân(Türkmen Valileri) ağzından bir mektup yazılıp, Şah’a itaat ve inkıyât üzere olacakları savaşın en şiddetli anında Şah’ın tarafına geçecekleri tarzında olup, Ferruhşâd Bey’in adamı Şeyh Ahmed’le (casus olarak) Şah İsmail’e gönderilmiştir. Bunu dinleyen Şah İsmail’in Hoy’da güvendiği Şeyh Ahmed’e; “Sen yine var haber ver ben dahi Çaldıran’da yetişirem” dediği söylenir. Çaldıran savaşında yaptığı yararlılıklardan ötürü Safevilerin düşmanı olan Akkoyunlu Beyi Ferruhşâd Bey’e geniş dirlikler vermiştir. Önce Bayburt yöresi dirlik olarak verildi.
Bayburt’a giden Ferruh Şad Bey, 1517 yılında Demirözü ilçesine bağlı Gökçedere’de bulunan tarihi camiyi yaptırdı. Ferruh şad Bey Cami, medrese, han, hamam, imaret ve konukevi içeren bir yapı topluğunun sadece bir parçası. Ferruh şad Bey tarafından yaptırıldığı bilinen bu yapı topluluğundan han, imaret ve konukevi ile ilgili günümüzde hiçbir iz kalmamış, hamam ise harap bir durumdadır. Günümüze kadar gelen caminin Osmanlı döneminde tadilattan geçmiş olabileceği tahmin ediliyor.

Osmanlı devletince büyük bir ehemmiyet verilerek, kendisine,  Akşehir sancağı, Karaman eyâletinde bir sancak iken bozulup hass olarak tevcih edildi.
(937/1530) Tarihli 387 Numaralı Muhâsebe-İ  Vilâyet-İ karaman Ve Rum Defteri’ne göre:
Akşehir Sancağına bağlı Akşehir Kazası’nda Yönetici Ferruh Şad Bey Hassası (tasarrufunda olanlar) şunlardı: bir şehir merkezi:,  üç köy, 1004 Asker, 685 Hane, 676 Müslüman, 9 Hıristiyan’dan Gelirler:104.012 Akçe idi.
Akşehir Sancağına bağlı İshaklu (Sultandağı) Kazası’nda ise Ferruh Şad Bey’in hassaları; bir köy, üç cemaat, 416 asker, 245 hane’den gelirleri 34.527 Akçe idi.
Yine Akşehir Sancağına bağlı Ilğun(Ilgun) Kazası’nda ise Ferruh Şad Bey’in  tasarrufunda olanlar; Bir şehir merkezi, bir köy, iki mezra, 350 asker, 205 hane’den gelirleri 41.184 Akçe idi.
Defter kayıtlarında görüldüğü gibi emrine pek çok asker verilen Ferruh Şad Bey’e, Osmanlı padişahları büyük değer verirdi. Öyle ki 1530 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın oğullarının İstanbul’da yapılan sünnet düğününde padişahın sol tarafında oturmakta idi.
Akşehir sancağını hassa aldığını gördüğümüz Ferruhşâd Beyin sonradan Bayburd havâlisinde yerleştiğini ve burada birçok vakıflar tesis ettiğini belgeler göstermektedir.
 Bu yöreyi uzun yıllar yöneten Ferruh Şad Bey,1551 yılında bugün Tunceli’ye bağlı Çemişgezek ilçesinin Ulukale köyünde vefat etti. Türbesi, Ulukale Köyü yakınında tarlalar arasındadır. Kesme, moloz taş ve tuğladan yapılan türbe, kubbe kaplaması dışında oldukça sağlamdır. Kapısındaki yazıttan 1551’de yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Yapı altta mumyalık, üstte mescit bölümüyle Selçuklu türbe geleneğini taşımaktadır. Sivri kemer içindeki girişin karşısında mihrap yer alır. Çevresinde bazı tarihi eser kalıntıları ve mezar taşları bulunmaktadır.

Akkoyunlu/Bayındır Türkmenlerinden olan ve Osmanlı’ya iltica eden Ferruh Şad Bey, uzun yıllar içerisinde Akşehir’in de bulunduğu Anadolu’daki pek çok sancakta valilik yapmıştır. Oğlu Seraceddin Mehmed Bey Osmanlı hizmet etmeye devam etmiştir.  Belgeler, bunlara Osmanlı devleti, tarafından, dirlikler verildiğini, çocukları ve akrabalarının Kanunî Sultan Süleyman devrinde bile devlet hizmetinde kaldıklarını, ulufe ve dirlik aldıklarını ispat etmektedir.

14 Kasım 2014 Cuma

TARİH SAYFALARINDAN ADI SİLİNMİŞ AKŞEHİRLİ FİLOZOF: KADI KEMALÜ’D-DİN


Kadı Kemalü’d-din, Akşehir’de XIV. yüzyıl sonları ile XV. yüzyıl başlarında yaşayan ve Akşehir’de adına bir mahalle kurulan İhvanu's-Safâ felsefesinden etkilenen bir filozoftur.
Kadı Kemalü’d-din’in hayatı hakkında ne yazık ki yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ancak tarih sayfalarını bir kuyumcu titizliği ile tarayarak bilgilere ulaşmaya çalıştık.
Öncelikle Matematikçi, tabîb, ârif, hurûfî Abdurrahman Bistâmî'nin hayat hikâyesi içerisinde Kadı Kemalü’d-din yer alıyor. Buna göre 1408-1409 yıllarında Akşehir’e gelen Bistâmi, Kadı Kemalü’d-din’e hocalık yapmıştır.  Kadı Kemalü’d-din’in ismi burada Kadı Kemalü’d-din İbrahim b. Muhammed el-Hanefî olarak geçmektedir. Buna göre Kadı Kemalü’d-din’in diğer bir adı da İbrahim, babasının adı ise Muhammed’dir. Ancak bazı kaynaklar babasının adını Hüseyin olarak vermektedir. Yine bu tanımlamaya göre Kadı Kemalü’d-din Hanefi mezhebindendir. Daha sonra Abdurrahman Bistâmî, Kadı Kemalü’d-din’i bırakarak Konya’ya gider. Ancak Bistâmî 816/1413-1414 'de Akşehir'de Ferruh Şah Medresesi’nde (Seyyid Mahmut Hayran Medresesi) ders verir. Öğrencilerinin içerisinde Kadı Kemalü’d-din’de vardır ve Abdurrahman Bistâmî burada Sayhatu'l-bûm fi havadisi'r-rûm (Anadolu Olaylarında Baykuş Çığlığı) adlı ilginç eserini bitirmiştir. 822/1419 'da Bistâmî, Keşfu'l-esrari'r-rabbaniyye fi şerhi'l-lumati'n-nuraniyye adlı eserini yazınca eser için öğrencisi Kadı Kemalü’d-din bir şiir yazar. Bu bilgilerden anlaşılacağı gibi Kadı Kemalü’d-din aynı zamanda bir şairdir.
            Abdurrahman Bistami, İhvanu's-Safâ felsefesini benimsemiş ve onu öğretmeye çalışmıştır. İhvanu's-Safâ, İslâm felsefesi tarihinde, insanları taassuptan kurtarmak, toplumu ıslah edecek bir aydınlar ahlâkı ortaya koymak ve tabiat ilimlerinden yola çıkarak bir felsefe kurmak iddiasıyla miladi X. yüzyılda oluşturulmuş bir dernek veya aydınlar topluluğu. İhvanu's-Safâ; saf ve temiz kardeşler anlamına gelir.  İhvanu's-Safâ, felsefeyle ilgili bulunduğu kadar, siyâsî ve dinî bir özelliğe de sahiptir.  Merkezi Basra olan bu birliğin azaları kendi aralarında birbirlerine İhvânu's-Safâ derlerdi. Çünkü gayeleri, karşılıklı yardımlaşma ile bütün vasıtalar ve bilhassa musaffa amellerle, ölümsüz ruhlarının kurtuluşuna çalışmaktı. İşte bu felsefeden etkilenen ve Anadolu Timur’un baskısı altında olduğu, Osmanlı’nın dağıldığı bir devirde Kadı Kemalü’d-din kendini yetiştirmiş Akşehir Kadılığı’na kadar çıkmış bir âlimdi.
            Kadı Kemalü’d-din, Akşehir’de “Hamire” lakabı ile anılıyordu. Hamire eski Türkçe’de “Emir, Bey” anlamındadır. Nitekim bu devirlerde yani 1410’lu yıllarda Akşehir’de Kadı Kemalü’d-din Mahallesi kurulmuştu. Önceleri Kadı Kemalü’d-din Mahallesi daha sonraları Hamire Kemaleddin Mahallesi olarak tarihi kayıtlara geçmiştir. 1521 ve 1530 tarihli Akşehir Tahrir Defterleri’nde mahalle adı Kadı Kemalü’d-din olarak geçerken 1840’larda ise Hamire Kemaleddin olarak geçmektedir.

            Kadı Kemalü’d-din’in adı tarih sayfalarından silindiği gibi ne yazık ki ismini taşıyan mahallesi de kayıp olup gitmiştir.