1938 Yılı Kasım ayının ilk
haftasında Türkiye, üzüntülü karamsar günler yaşadı. Herkes “acı sonu” bekler
gibiydi. Suskun, neşesiz buruk günler… Atatürk’ün hastalığı giderek artıyor,
radyo ve gazetelerin verdiği sağlık raporları hiçte ümit verici olmuyordu.
O günlerde Akşehir’de bu
kara haberi bekliyor gibiydi. Nihayet 10 Kasım1938 sabahı radyodan Akşehirliler
şu hükümet bildirisini dinlediler:
“Müdavi ve müşavir
tabiplerin neşredilen SON raporu, Atatürk’ün dünyaya gözlerini kapadığını
bildirmektedir.
Bu acı hadise ile Türk
Vatanı büyük yapıcısını, Türk Milleti ulu şefini, insanlık büyük evladını
kaybetti. Milletimize, içimiz yanarak, bu tarife sığmayan ziya’dan dolayı en
derin taziyelerimizi sunarız.
Kederlerimizin
tesellisini ancak ve ancak O’nun büyük eserine bağlılıkta ve aziz vatanımızın
hizmetinde ararız. Şurasını da her şeyden evvel beyan etmeliyiz ki, ölmez olan,
onun büyük eseri, Cumhuriyet Türkiye’sidir. Hükümetimiz, içinde bulunduğumuz bu
mühim anda, bugüne kadar olduğu gibi dikkatle vazife başındadır. Müesses olan
nizam ve idame hususunu, Büyük Türk Milleti’nin hükümetiyle tek vücut olarak
teyit ve temin edeceğine
şüphe yoktur.
Teşkilat-ı Esasiye
Kanununun 33. maddesi mucibince Büyük Millet Meclisi derhal yeni Reisicumhuru
intihap edecektir. Türkiye’nin en büyük makamına, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na
göre geçecek zatın etrafında hükümetiyle, şanlı ordusuyla ve bütün
kuvvetleriyle Türk Milleti sarsılmaz bir varlık olarak toplanacak ve
yükselmesine devam edecektir.
Bugün ayrılığına
ağladığımız Büyük Şefimiz Atatürk, her vakit Türk Milleti’ne güvendi.
Eserlerini bu güvenle yaptı. İdamesi esbabını da istikmal ederek güvenle büyük
milletimize bıraktı. Ebedi Türk Milleti onun eserlerini ebediyetle
yaşatacaktır. Türk Gençliği onun kıymetli vediası olan Türkiye Cumhuriyet’ini
daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir. Kemal Atatürk, Türk’ün tarihinde
ve gönlünde daima yaşayacaktır.”
Radyodan dinlenen bu kara
haber, Akşehirlileri üzüntüye boğmuştu. O günlerde Akşehir’de öğretmen olarak
bulunan Zübeyde Ülgen, Tarih Vakfının yaptığı “Tarihe 1000 Canlı Tanık”
projesine o günleri şöyle anlatmıştı:
“Akşehir’deydim.
Sabahleyin ajansı açtım, böyle televizyon yok, radyoyu açtım. Ayy, hasta
olduğunu biliyoruz, öleceğini hiç düşünmedim, ben Ata’yı, yani ne bileyim
herhalde babamdan çok severdim. Çünkü çok büyük işler yaptı. Yani bunları
anlatmaya lüzum yok. Ben orada, hüngür hüngür evde ağladım. Ve okula gitmem
lazım, öğrenciler beni bekliyor,
hüngür hüngür ağlayarak ben böyle okula doğru gidiyorum.
Bağıra bağıra ağlıyorum. Karşıma müfettiş çıktı, müfettiş. ‘Niye ağlıyorsunuz?’
dedi. ‘Biliyor musunuz, baba gitti’ dedim. Ben yeniden başladım ağlamaya, adam okula
gitti. İşte o gün acım çok büyüktü, onu kaybetmiştik.”
O gün Akşehir’de herkes
üzüntülü ve ağlamaklıydı. Okullarda öğretmenler Ulu Önder Atatürk’ü bir kez
daha anlattılar öğrencilerine. İnsanların fani olduğunu ama eserlerinin baki
olduğunu söyleyerek Büyük Atatürk’ün eserleri ile yaşayacağını belirtiler.
Akşehir’de Atatürk’ün
ölümü ile başlayan yas günlerce devam etti. Atatürk’ün ölümünü gösteren film,
Akşehir’e getirilmişti. Sinemada gösteriliyordu. Okullardaki öğrenciler toplu
halde sinemaya götürülüp, onlara bu film izletiliyordu.
Vatanımızın
Kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin Kurucusu ve Türk Milleti’nin sembolü Mustafa
Kemal Paşa, artık her Türk gibi Akşehirlilerin de gönlünde yaşamaya devam etti,
ediyor ve edecektir..
Alıntı: KOÇ, Mehmet
(2010)Atatürk Akşehir’de. Akşehir Belediyesi Kültür Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder