7 Mart 2014 Cuma

KAĞNILAR GİDİYORDU AKŞEHİR ÜSTÜNDEN



Kurtuluş savaşında kadını-erkeği, yaşlısı-genci bütün halk; yaz-kış, gece-gündüz demeden İstanbul’dan Anadolu’ya kaçırılan mühimmatı üç yıl boyunca kağnılarla cepheye taşımışlardır.
Başta kurtuluş savaşımız olmak üzere bir dönemin en gözde ve en önemli ulaşım aracı olan kağnıların en önemli özelliği iki öküz tarafından çekilmesi ve tamamen ahşaptan yapılmasıdır. Tümü tahta olan kağnı tekerleri çamur tutmaması için genelde çam ağacından yapılıp, aşınmaması içinde etrafına 2 cm eninde demir çember geçirilir. Öküzler arasından geçen uzun bir üçgen şeklindeki "ok" ana yapıyı oluşturur. Bu okun ucuna boyunduruk bindirilir. Uzun bir tahtadan oluşan boyunduruğun iki tarafındaki üstü çam, altı meşeden yapılmış bölümleri "zelve" lerle birbirine kayışla da öküzlerin boynuna bağlanır.
Kağnının üçgen şeklindeki oklarının her bir parçasına kravat, uçtaki meşeden yapılmış boyundurukla kayışı tutan yuvarlak ağaçlara gevele, öküz veya manda derisinden yapılmış kayış, kravatların altında yine çamdan yapılmış buylular, onun altında da iki tekeri birbirine bağlayan meşeden yapılmış eysen ve eyseni iki tarafından kavrayan azılarda meşeden olurdu. Normal zamanlarda iki tarafına ağaçtan yapılmış kanatlar sokulurdu. Ekin getirme zamanı meşeden yapılmış delece vurulurdu.
Eskiden köylerde çiftçinin can yoldaşıydı bu kağnılar,  köylülerimiz nakliye ile taşınabilecek her şeyini bu kağnılar sayesinde taşımış, en çok da yiyeceklerini, hayvanları için samanını ve daha pek çok şeyi...
Kağnılarla Türklerin dostluğu çok eskilere dayanmaktadır. Kağnı adı, Türk Destanlarının ilki olan Oğuz Kağan Destanı’nda geçmektedir. Destanda kağnı adının ortaya çıkışı [ilk söylenişi] anlatılmaktadır...
İlgili Bölüm:“…Bu savaştan sonra Oğuz Kağan'ın çerilerine öyle bir dolu mal ve ganimet kaldı ki sayısı bellisizdi. Yükleyip götürmeğe ne at, ne katır, ne de öküzler yetti. Oğuz Kağan' ın ordusunda yine bir ev var idi, hem akıllıydı hem de çok becerikliydi, bunun adına da Barmağlığ Çoşun Billing denirdi. Becerikli usta olan bu Barmağlığ Çoşun Billing bir kağnı yaptı. Üstüne ganimetleri koydu doldurdu. Kağnının önüne de canlı malları koştu, atları katırları, öküzleri koştu. O canlı mallar, bu cansız ganimetleri çekip götürdüler. Görenlerin hepsi de şaşıp kaldılar. Herkes, daha çok kağnı yaptı. Görenler, kağnılar gitmekte iken kanga kanga kangaluğ diye sesleniyorlardı. Bunun için Barmağlığ Çosun Billing' in yaptığı nesnenin adı kağnı olup kaldı. Oğuz Kağan, kağnıları görünce gülüp kaldı ve dedi ki: "Kanga kanga ile cansızı canlı yürüttü, Kangaluğ da sana ad oldu, bunu kağnı böylece belirtsin" dedi ve oradan da yürüyüp gitti.”
Destanlarda bile yer alan kağnılar,  Türklerin yük taşımak için kullandıkları en önemli araçtı. Genellikle öküzler tarafından çekilmek suretiyle, bazen de at veya eşekle de kullanılırdı.
Ama vatan işgal altında olunca askerlerimizin her şeyi olan silah ve malzemeyi taşımak için kağnılar kullanılmaya başlanmış ve Akşehir’den Afyon’a doğru çetin bir yolculuk  başlamıştı. Nazım Hikmet’in deyişi ile:
“Ayın altında kağnılar gidiyordu.
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
                 hiçbir menzile erişmiyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
Ve onlar
             ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
                                          ufacık, kısacıktılar,
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
                       toprak,
                             toprak
                                   ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.

Şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
                             ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
               yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder