19 Mayıs 1919‘da Mustafa
Kemal Samsun’a çıkarak kurtuluş mücadelesini başlatmıştır. Mustafa Kemal
istiklalin sağlanması için Türk halkının azim ve kararına güvenmiş,
yanılmamıştır. Türk insanı topyekûn bir kurtuluş mücadelesi vermiştir.
Halk henüz birinci dünya
savaşının yorgunluğunu ve yokluğunu üzerinde hissetmektedir. Birinci dünya
savaşında pek çok cephede şehit verilmiş, pek çok ev erkeksiz kalmıştır. Evinin
erkeği askere gitmiş, şehit olmuş, sadece yaşlı ve çocukların yoksulluk içinde
yaşam mücadelesi verdiği köylülerin; kadınları, gelinleri, yaşlıları, çocukları
çıplak ayakla, yamalı, yırtık giysisi ile, yarı aç yarı tok halde, kış demeden,
yaz demeden, yağmur demeden, çamur demeden, cephe gerisinden savaş alanına
gönderilen mühimmatı kah kağnılarla kah sırtında taşıyarak, kah ölen öküzünün
yerine kendini koşarak, İstiklal Savaşı’nın görünmez isimsiz kahramanları
olmuşlardır.
Milli
Mücadele'nin mütevazı kağnı komutanlarından popüler tarihçi Enver Behnan
Şapolyo o günleri şöyle anlatıyor:
"Milli
Mücadele'nin ilk günlerinde bana Milli bir görev verilmişti. O da kağnı
komutanlığı idi. O acı ve yoksul günlerde ordumuzun geri hizmetleri üç türlü
vasıtayla sağlanmaktaydı. Bunlar deve kolları, katır kolları ve kağnı kollarıydı.
Çünkü o zamanlar ordumuzun elinde hiçbir motorize kuvvet yoktu. İnönü Cephesine
silah ve yiyecek bu nakil kollarıyla temin edilmekteydi. Deve kolları pek
süslüydü. Develerin hörgüçlerinden boyunlarına kadar renkli püsküller ve
aynalar sarkmaktaydı. Her devenin hörgücünün üzerine de üç tane cephane sandığı
yerleştiriliyordu. Deve kolları bu şekilde bir dizi teşkil ederek ağır ağır
İnebolu'dan Eskişehir yolunu tutmaktaydı. Katır kolları da pek enteresandı.
Katırların boyunlarındaki iri tunç çanlar çalar, bu gürültü içinde katırlar da
yola düzülürler, onlar da cephane taşırlardı. Benim kolum kağnı kolları idi.
Kağnılar vilayet vilayet olarak nöbete gelirler ve ödevlerini tamamladıktan
sonra yurtlarına dönerlerdi. Kağnılar iki tekerlekli basit şekilde yapılmış
birer yük arabasıydı. Bunları öküzler ve mandalar çekerlerdi. Kağnıların hep
birden çıkardıkları inilti ta uzak yerlerden işitilirdi. Bana her seferinde
kırk kağnı verilirdi. Kağnıcıların çoğu kadın olurdu. Çünkü delikanlılar
cephedeydiler. Çok kere benim kağnıcılarımın otuzu kadın, sekizi çocuk, ikisi
de altmış yaşından yukarı ak sakallı ihtiyarlar olurdu. Bize muhafız olarak da
silahlı (Müzaheret Bölüğü) efradından bir milis asker verilirdi. Bunlar
hapishanelerden çıkarılıp vatan hizmetine verilmiş mahpuslardı."
Artık düşmana son darbe
vurma hazırlığı yapılıyordu. Büyük Taarruz yaklaşıyordu. Malzemelerin ve
silahların Akşehir’den Afyon’a taşınması telaşı herkesi sarmıştı. Akşehir’de
gece gündüz kağnı arabalarının sesi kulakları tırmalıyordu. Çoğu kez kağnılar
üzerinde hareket halinde iken kurşun, barut, cephane üretimi yapılıyordu. Yaşlı
kadınlar bile çalışıyordu. Ordunun bir atım baruta, postal ayakkabıya, bir
parça peksimet ekmeğe ihtiyacı var.
Kağnı arabalarında gece gündüz çalışan o insanlar kimdi, isimlerini bile
bilmek mümkün değil, onlar birer “İsimsiz kahramanlardı”. Bu kağnılar içerisinde birisinin özel bir
yeri vardı. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın kalemiyle işte o özel kağnı:
MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI
Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.
Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.
Mustafa Kemal'in kağnısı derdi, kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafifletir, inceden inceden.
İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,
Niceden, niceden.
Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal'in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.
Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder